Sayfalar

23 Kasım 2023 Perşembe

Atlas Dağlarının eteklerindeki Kırmızı Şehir: "MARAKEŞ"... FAS


15 - 19 / Kasım / 2016


Marakeş Menara Havalimanı... 

Hiç aklımda yoktu buralara kadar gelmek... Elbette çok duymuştum Marakeş'i, Casablanca'yı, Casablanca'nın o meşhur şarkısını, egzotik havasını, ancak hiç bir şekilde önceliklerimde yoktu bir Fas gezisi... Ta ki 2016 yılının İklim Değişikliği Konferansı (COP22)'nin Kasım ayında Marakeş / Fas' da düzenleneceği belli olana kadar. Hükümet delegasyonundan katılımımız konfirme edilince şirketten birkaç arkadaşımla birlikte 4 günlük Marakeş seyahati için hazırlıklarımızı yapmaya başladık. Otellerde doluluk oranı çok yüksek olmasına rağmen konaklamamız zor da olsa ayarlandı, ancak uçak biletleri sıkıntılıydı çünkü İstanbul - Marakeş arasında direk uçuş bulunmamaktaydı. Ya Avrupa üzerinden ya da Casablanca üzerinden aktarma yapmamız gerekiyordu. THY ile ortak uçuş yapan Star Alliance üyesi Fas Kraliyet Havayolları 'Royal Maroc' ile Casablanca aktarmalı Marakeş gidiş ve yine Casabalanca aktarmalı dönüş biletlerimiz alındı. Seyahat zamanı beklenmeye başlandı...

* * * 

Havalimanında uçuş zamanını beklerken Marakeş ile ilgili son blog yazılarına telefonumdan göz atıyorum. Neyse ki daha önce Marakeş'te bulunmuş olan Genel Müdürümüz de yanımızda. İlk kez bir seyahate fazlaca hazırlanmadan neredeyse elimi kolumu sallaya sallaya gidiyorum. Zaten toplantılar dolayısıyla kısıtlı olacak olacak boş zamanımızda Marakeş'te neler yapılabilir konusunda kendisi yön göstericimiz olacak. 

Atatürk havalimanından epeydir uçmamıştım. Anadolu yakasında oturduğum için Sabiha Gökçen'i o kadar benimsedim ki artık uçmak için karşıya geçmek çok zor geliyor bana... Yavaş yavaş ekip tamamlanıyor ve uçaktaki yerimizi alıyoruz. 4 saatin üzerindeki uçuşumuz THY'nın konforu ile sorunsuz bir şekilde tamamlanıyor. Casablanca'ya iniyoruz. Pasaport kontrolünün ardından iç hatlara geçiyoruz ve  bizi Marakeş'e götürecek olan Royal Maroc Havayollarının uçağına binmek üzere hareket ediyoruz. Ekipte uçak korkusu olan ama belli etmemeye çalışan bir arkadaşımız var. Pistte bekleyen pervaneli uçağı görünce bu arkadaşımızın yüz ifadesi ciddi anlamda değişiyor. Uçağa binerken yerde duran bavulumuzu göstermemizi isteyen uçuş görevlisinin uçağa bindikten sonra bize su servisi yapıp pilot kabinine geçmesi o arkadaşın pilot olabileceği esprisini yapmamıza neden oluyor. Uçak korkusu olan arkadaşımız bunun üzerine cebinden bir ilaç çıkartıp yutuyor bize çaktırmadan. Yok canım pilot değildir herhalde?!. Yoksa öyle miydi? Hiç öğrenemiyoruz. Ama sorunsuz geçen keyifli bir yolculuk ile uçaktan gün batımını da izleyerek Marakeş Menara Havaalanına iniyoruz.




Pistte bizi bekleyen pervaneli uçağımız...



Uçağımızın penceresinden Fas'ta günbatımı... 


Marakeş Menara Havaalanı çıkışında COP22 İklim Değişikliği Zirvesi için özel olarak hazırlanmış servislerden bizim otelimizin adının yazılı olduğu otobüsü bulup biniyoruz. Bir çok ülkeden çok sayıda katılımcı ve ziyaretçi olduğu için havaalanından otellere sürekli ring otobüs seferleri düzenleniyor. Bizim otobüsümüz de tam dolmasa bile 15-20 dakikalık bir bekleyişten sonra hareket ediyor.

* * *

Otobüsümüz oldukça geniş ve gayet düzenli caddelerden geçerek bizi otelimize getiriyor. Gerçekten bu geniş ve düzenli caddeler hayranlığımı kazanıyor. Herkes odasına yerleştikten sonra akşam yemeği için dışarı çıkmak yerine otelde yemeyi tercih ediyoruz. Hepimiz yorgun olduğumuz için bu fikir herkese cazip geliyor. Yemek öncesi yorgunluğumuzu alması için soğuk birer Casablanca birasını da mideye indiriyoruz çabucak... Yemek ve sonrasında da güzel bir uyku ile yarın uzun geçecek güne hazırlanıyoruz.



Buz gibi Casablanca birası...



Otelimizin gece manzarası...

İki üç gün yoğun toplantılarla geçiyor. Üçüncü günün akşam üstü son günümüzde şoförlü bir araç tutup etraflıca bir gezi yapmayı planlıyoruz. Marakeş'te iki tür taksi bulunuyor, "Petit" ve "Grand" yani küçük ve büyük taksiler. Ücretleri de ona göre farklı. Yani normalde üç kişi iseniz bir "petit taxi" size yetiyor ama 5 kişi iseniz ya iki tane "petit taxi"ye bineceksiniz ya da bir tane "grand taxi" denilen 7 koltuklu, bizim Bostancı-Kadıköy arasında çalışan sarı dolmuş tipi bir araca bineceksiniz. Bunun ücreti de diğerinin 1,5 katı aşağı yukarı. İki taksi tutmaktan daha avantajlı. Bizi üç gün boyunca otelimizden konferans alanına götüren taksi şoförümüz ile bu konuda anlaşıyoruz. Önce Atlas dağlarının eteklerine bir Berberi köyünü ziyaret, sonra nehir kenarında bir öğle yemeği, Argan yağı üreten bir kooperatifi ziyareti, yerel hediyelik eşyalar, meşhur Djemaa el Fina meydanı, Kutubiye Camii ve akşam yemeği için meşhur Chez Ali...


* * *







Toplantılardan kalan zamanlarda... 



Fas polisi güvenliği çok sıkı tutuyor...



Fas yerel dansçılar bahşiş toplama derdinde...

Tüm toplantıların yorgunluğunu attığımız güzel bir uyku sonrasında kahvaltımızı yapıp ekip olarak otelin önünde sözleştiğimiz saatte şoförümüzle buluşuyoruz. Ekip tamamlanınca hep beraber yola çıkıyoruz. İlk durağımız Atlas dağları eteklerinde bir Berberi köyü...

Berberiler Kuzey Afrika’da yaşayan bir halk. Kendilerine Amazig ya da çoğul olarak Imazighen diyorlar. Bu kelimenin anlamı ise “özgür insan” anlamına geliyor.  

Berberiler, Araplar öncesinde de bölgede yaşamış olan ve halen yaşayan bir halk olarak kendilerini tanımlıyor. Kuzey Afrika’nın en eski halklarından biri olan Berberilerin kökeni M.Ö. 3000 yıllarına dayanıyor. Aslında 325 milyonluk Arap dünyası içerisinde sayılan bu topluluk, Arap halkından oldukça farklılaşmış ve 7 yüzyıldaki Pan-Arabizm ile Arap olarak tanımlanma serüvenleri başlamış.
Ancak Berberilerin özgün karaktere ve geçmişe sahip bir Kuzey Afrika halkı olduğunu söylemek daha doğru olur. Berberi adı, Araplar’dan köken, gelenek, dil, edebiyat, sanat ve tarih açısından oldukça farklı bir grubu temsil eden bir isim olarak ön plana çıkıyor. Hatta sarı saçlı ve mavi gözlü olanlarına da rastlanabiliyor. Muhtemel Vandal istilaları sırasında bir takım İskandinav genleriyle karışmış olmaları düşünülebilir.
Vandalların istilâsından Roma ve Bizans’ın sömürü dönemlerine, daha sonra da Arap halklarının arasında yaşam sürmelerine rağmen kendi örf ve adetlerini bozmadan günümüze kadar gelmişler. Berberiler, Bizans’ın hâkimiyetine şiddetle mukavemet göstermişler. Çiftçilerden alınan ağır vergiler sebebiyle topraklarını terk etmek zorunda kalanlar çok. Afrika’nın engebeli bölgelerinde yaşadıklarından olsa gerek, bu çetin zorluklara sabırla ve inatla göğüs germişler. Çoğunluğu Fas, Cezayir ve Tunus’ta yaşayan bu göçebe halkın toplam nüfusu köken olarak 25 milyona ulaşıyor.
Kendilerine özgü bayrakları da mevcut. Sahra Çölü’nün bu kadim halkı, örf ve adetlerinden ve giyim-kuşamlarından hiç vazgeçmemiş. Bu halkı elbette Arap olarak nitelendiremeyiz, ancak içlerinde yaşadıkça onlardan çok etkilendikleri de açık.

Berberi köyüne yaklaşırken sağlı sollu hediyelik eşya satıcıları görünmeye başlıyor. Ama sadece yolun kenarlarına tezgahlar kurulmuş sanmayın, iki üç katlı evler komple bahçesinden içine kadar ürünlerle dolu. Bir tanesine yanaşıyoruz hemen yerel kıyafetli biri kapımıza yanaşıp hoş geldiniz diyerek bizi karşılıyor. İçeri girip dolaşmaya başlıyoruz, bu sırada nane çaylarımız hazırlanıyor. 4 erkek ve 2 kadın olmak üzere toplam 6 kişiyiz ve satıcılar sürüye en zayıf olanlardan saldırıyorlar. Alışveriş zaafı olan kadınlardan. Ama hepimiz Fas satıcılarına karşı tecrübeliyiz. Ne fiyat söylerlerse önce beşte birini teklif ediyoruz biz de. 50 istiyorlarsa 10 veriyoruz. Onlar 40'a iniyor biz en fazla 12 diyoruz. Sonuçta 15 liranın altında almayı başarabilirseniz bir nebze başarılı bir pazarlık süreci geçirmiş oluyorsunuz. Bu şekilde bir pazarlık sürecinin sonunda aramızdaki iki hanımefendi de kendilerince uygun fiyata bir kaç hediyelik eşya alıyorlar. Ama hala kazıklanıp kazıklanmadıkları konusunda kafalarında soru işareti devam ediyor.

Berberi köyünde yemek yiyeceğimiz yer dere kenarında güzel, hoş bir mekan. Bilenler için söylüyorum, Maşukiye benzeri bir ortam var. Dere kenarına masalar konmuş, hatta bazı masaları derenin kıyı kısımlarına kadar taşımışlar insanlar ayakları suyun içinde yemeklerini yiyorlar. Biz onu tercih etmedik ama keyifli olabilirdi. Fas'ın geleneksel yemeği olan Tajin'i akşam Chez Ali'de yiyeceğiz o yüzden burada garsonların da önerilerini göz önüne alarak bir çoğumuz gerçekten çok lezzetli olduğunu söyleyebileceğim köfte tercih ediyoruz. Aramızdan bir kişi balık yemek istiyor. Ama çok memnun kaldığını söyleyemiyorum. Alabalık benzeri bir tatlı su balığı geliyor ancak lezzeti konusunda çok da memnun olmuyor yiyen arkadaş.



Dere kenarında yemek molası...

İsteyenler yemeklerini beklerken ya da yemekten sonra deve turu yapabiliyorlar. Kapitalizmin kölesi olmuş develer gezdirecekleri insanları beklerken dört ayaklarının üzerine çömelmiş, geviş getirerek etrafı seyretmekle meşguller.


Gezdirecek müşteri bekleyen devecikler...



Atlas dağlarının muhteşem görüntüsü...


Yemek sonrasında kahvelerimizi de içtikten sonra bir Argan yağı tesisine gidiyoruz. Argan yağı son yıllarda kozmetik sektöründe kullanılan mucize bir ürün. Hem saçlar hem de cilt için kullanılan bir çok üründe kullanılıyor. Ancak Argan yağının yolculuğu kolay bir yolculuk değil. Öncelikle elinizde dünyada neredeyse sadece Fas'ta yetişen Argania ağacı olması gerekiyor. Bu ağaç da Fas'ı dünyanın en büyük Argan yağı üreticisi yapıyor. Tabi en önemli müşterisi de bugün kozmetik sektöründe neredeyse  hepimizin bildiği önemli bir Fransız markası olan L'Oreal firması. L'Oreal Fas'ta üretilen Argan yağının %70'ini kooperatiflerden satın alıyor. Argania ağaçları tüm ülkede koruma altında, çünkü sayıları günden güne azalıyor. Aşağı yukarı 20 milyon ağaç kaldığı tahmin ediliyor. L'Oreal firması bunun bir nebze önüne geçebilmek için sürdürülebilir tarımı ve kadın işçileri destekliyor. Ağacın meyve vermesi işlenebilmesi için yeterli olmuyor. Zaten senede bir kere meyve veren bu ağacın meyvelerinin özel bir işlemden geçmesi gerekiyor. Nasıl mı? Şöyle; bu ağacın meyveleri çok lezzetli ve keçiler bu meyveye bayılıyor. Ancak meyveler olgunlaşana kadar Fas'lı çiftçiler keçileri ağaçlara yaklaştırmıyorlar. Meyveler olgunlaşınca çiftçiler keçilere izin veriyorlar. Böylece Argan ağacı meyvelerini en üstteki dallara kadar çıkıp yiyen keçilerin sindirim sisteminden geçen meyve çekirdekleri keçi dışkılarından toplanıp tesislerde sıkılarak yağı çıkartılıyor.


Argan meyvesinin çekirdeği...



Argania ağacının meyvelerini iştahla yiyen keçiler...

Tesiste önce geniş bir bahçede bulunan Argan ağaçları karşılıyor bizi Binanın girişinde eskiden daha ilkel koşullarda taş baskı altında işlemin nasıl yapıldığını gösteren kadınlar da var. Hala bu sistemi çalıştırarak Argan tohumlarının nasıl ezildiğini gösteriyorlar.



Argan yağını eski usul çıkartan Fas kadını...

Fas ekonomisine ciddi katkı sağlayan Argan tohumlarını kendilerine bahşedilmiş mucize bir meyve olarak görüyorlar ve bu tohumlara karşı son derece saygılılar. Tesisi gezdikten sonra Argan yağı kullanılarak üretilen ürünlerin satıldığı küçük bir dükkana giriyoruz. Burada bize yine geleneksel nane çayı ikram ediliyor. Çayı uzun ağızlı demir bir demlikten epey yukarıdan dökerek bardaklara koyuyorlar. Bu iş gerçekten ustalık istiyor ama Fas'ta herkes bu işte ustalaşmış.



Fas usulü Nane çayı doldurma...

Çaylarımızı içip alışverişlerimizi tamamladıktan sonra artık yavaş yavaş dönüşe geçiyoruz. Atlas dağlarına gelmeden önceki bu son kasabalarda triportörler ile Atlantik'ten getirilen balıklar dağıtılıyor.

Atlas dağlarının eteklerine kadar olan gezimizi  tamamlıyoruz. Akşam ise Marakeş'in en önemli ve turistik yemek mekanı Chez Ali'ye gideceğiz. Yerimizi önceden ayırtmıştık ama ulaşım için araç ayarlamamız gerekiyor. Bizi getiren minibüs şöförü bize yardımcı olabileceğini söyleyince kendisiyle akşam 19:00'da bizi otelden alması ve program sonunda da Chez Ali'den alıp otele getirmesi konusunda bizce uygun bir fiyata anlaşıyoruz. Chez Ali akşamları büyük çadırlarda otantik Fas mutfağının sunulduğu ve sonrasında da bütün konukların geniş bir futbol sahası büyüklüğündeki bir alanın etrafına oturup yapılan atlı gösteriyi seyrettiği turistik bir mekan. Yemek sırasında -bence çok rahatsız edici olsa da- darbukalı ve klarnetli müzisyenler ve şarkıcılar masa masa dolaşıp müzik yapıyorlar... Ve ne yazık ki istedikleri bahşişi alana kadar da sizi rahat bırakmıyorlar. Program genelde hep aynı saatlerde bittiği için bize dönüş için gelmesi gereken saati şoförümüz söylüyor, biz de ona uyuyoruz. 

Otelimize dönüp biraz dinleniyor ve duşumuzu alıp akşam için hazırlanıyoruz. Şöförümüz bizi otelimizden aldıktan yarım saat sonra Chez Ali'nin otoparkında oluyoruz. Burası kale görünümlü çok büyük bir mekan. Dış kapının önünde önce yerel kıyafetli atlı Berberiler sizi karşılıyor. İçeri girdikten sonra ise sağlı sollu sıralanmış bir hoş geldin ekibi yerel ezgiler eşliğinde bizleri selamlıyorlar. Çok turistik bir mekan olduğu için genelde gelen tur misafirleri bu şekilde karşılanıyor. 


Girişte atlı Berberiler...


Chez Ali'de müzikli hoş geldin ekibi tarafından karşılanıyoruz..



Chez Ali'nin girişi etkileyici... 





Sağlı sollu odalar hazinelerle (!) süslenmiş...


İçeri girince önce labirent gibi odalardan oluşan bir müzede dolaşıyorsunuz. Bu odalarda güzel bir müzik eşliğinde çeşit çeşit hazineler, masal dönemi kıyafetleri ile bambaşka bir hayal dünyasına götürüyorlar sizi. Müzeden sonra merdivenlerden yukarı çıkartıp alanın büyüklüğünü gösteriyorlar. Sonrasında da masamızın bulunduğu çadıra doğru yönlendiriyorlar. Çadırımız çok büyük bir çadır, otağ gibi neredeyse. İçerisinde 15 - 20 tane belki daha da fazla büyük yuvarlak masa var. Chez Ali çok büyük bir alana kurulmuş, yaklaşık 10-11 hektar büyüklüğünde. ''Chez'' Fransızca ''-nin, nın'' anlamına geliyor. Yani Ali'nin Yeri'ndeyiz anlayacağınız. Bizim çadırımızın haricinde farklı farklı yemek yeme alanları var. Sanırım gecede 1.000 kişiyi aynı anda rahatça ağırlayabiliyorlar burada. Yemekler fix-menü, önce güzel bir çorba ile başlanıyor. Sonrasında Fas'ın geleneksel yemeği Tajin ve erikle pişirilmiş güveçte et yemeği ile meyve ikramı olacak. Tabi iki şişe de kırmızı şarap siparişi veriyoruz. (Not: Alkol sağlığa zararlıdır!.) Keyfimiz yerinde... Gökyüzünde muhteşem bir ay manzarası var bu arada. Hazır yemeklerimiz henüz gelmemişken ben fotoğraf makinemi sabitleyip bu muhteşem ay manzarasını elimden geldiğince fotoğraflamaya çalışıyorum...


Chez Ali'den Dolunay manzarası... 
(Olympus SZ-10, ƒ/4,41/12590 mmISO200)

Bu sırada siparişlerimiz de geliyor. Dev bir kapaklı tepside sunulan Tajin'in kapağı açılınca dumanıyla beraber lezzetinin de kokusu masaya yayılıyor sanki... Ayrıca erikle ve çam fıstığıyla süslenmiş güveçte etin kokusu ve görünümü de enfes... 



 

Yemeklerimiz enfes gözüküyor.

Tabi yemek yerken masa masa dolaşan animasyon ekibinden ne yazık ki kurtuluş yok... Bizim masamıza da geliyorlar ve aynı Kumkapı'da ya da Nevizade'de olduğu gibi yüklüce bir bahşişi koparmadan masamızdan ayrılmıyorlar. Ancak yaptıkları müzik mi yoksa gürültü mü karar vermek zor değil. Neyse her şeyin keyfini çıkarmak lazım. Bunun da eğlenceli kısmını belleklerimize kaydediyoruz, diğer kısmını unutuyoruz. Yemeğimiz keyifli, şaraplarımız güzel, keyfimiz yerinde... 
(Not: Alkol sağlığa zararlıdır!.)


 
Masamız keyifli, eğlenceli ama biraz da gürültülü...

Herkesin yemeği bitince meyve servisi yapılıyor. Ondan sonra da hepimizi dışarıdaki etrafı oturma alanları olarak düzenlenmiş futbol sahası büyüklüğündeki bir alana davet ediyorlar. Burada ikram edilen nane çaylarımızı yudumluyoruz. Ortamda ışıklar iyice karartılmış, herkes yerini alıyor ve muhteşem bir gösteri başlıyor. 

Önce alana çıkan Atlı Berberiler toprak alanı bir baştan bir başa hızlıca koşmaya başlıyorlar. Bu arada herkesin hayranlıkla izlediği anda hepsi birden ellerindeki tüfekleri patlatıyorlar. Seyredenlerde önce bir korku oluyor tabi ama hemen sonrasında alkış kopuyor. Atlı Berberiler sonrasında alanda hızlıca atlarını sürüp önce at üstünde bir takım hünerlerini sergileyip sonrasında da tribünlerin önüne kadar hızlıca gelip atlarıyla ve silahlarıyla seyredenleri selamlayıp çekiliyorlar. Sonrasında dansçılar ve akrobatlar ortada bir takım yerel dans figürleriyle birlikte hünerlerini sergiliyorlar ve en sonunda da havai fişekler ile gösteri bitiyor. Gösteri bitiminde de alanın ortasında alevlerle bir teşekkür yazısı yazılıyor. Gösteriye katılan Atlı Berberiler ve dansçılar sırayla tribünlerin önüne gelerek seyircileri selamladıktan sonra bizim de ayrılma vaktimiz geliyor. Tabi o karanlıkta insan gözünün görebildiğini fotoğraf makinesi aynen yansıtamıyor ama olabildiğince fotoğraflamaya çalışıyorum. Gösteri çok profesyonel değil ama turist eğlencesi olarak düşündüğünüzde yemek sonrasında hoşça bir vakit geçirmek için fena değildi diyelim. Teller üzerinde giden ve üzerinde insanların olduğu uçan halı bile uçurdular sonuçta...






Atlı Berberilerin gösterisi muhteşem... 





Gece sonundaki Havai Fişekler...







Gösteri sonrası selamlama...

* * * 

Ertesi gün yine öğleden sonraya kadar toplantılarla geçiyor. Öğleden sonra ise Marakeş'in en önemli ve en turistik iki noktası olan Jeema el Fna Meydanı ve Kutubiye Camii'ni görmek üzere şehir meydanına gidiyoruz.

Kutubiye Cami, Jemaa el Fna Meydanının yanında, portakal ve hurma ağaçlarının arasında bütün heybetiyle bizi selamlıyor. 12. yüzyılda 1147 yılında Muhavvidlerin Marakeş'i fethinden sonra inşa edilmiş olan bu cami günümüze kadar bozulmadan gelmiş. 2023 yılında yaşanan büyük Fas depreminde de hasar almamıştır. Fas Magrip mimarisi ile inşa edilmiş olan bu caminin 70 metre yüksekliğindeki minaresi ise bilinen silindirik minare yapısının aksine kare biçiminde inşa edilmiştir. Bu kare minarenin içerisinde at ile kulenin en tepesine çıkılmasına izin veren bir yol bulunmaktadır. Bu caminin heybetinden çok etkilenen Muhavvidler bir benzerini de İspanya'nın Endülüs bölgesindeki Sevilla şehrinde inşa etmişlerdir. (La Giralda) İkisini de görmüş biri olarak La Giralda'nın daha güzel olduğunu söyleyebilirim.



Kutubiye Cami...




Kutubiye Cami, iklim değişikliği zirvesi nedeniyle sadece ibadet zamanında kapılarını açıyormuş, o yüzden bizim orada olduğumuz zaman diliminde kapalı olduğu için ne yazık ki içini gezme şansımız  olamadı. Sadece dışarıdan gözlemleyebildik. Bu heybetli camiden hemen yakınında bulunan Marakeş'in en önemli meydanı olan Jemaa el Fna yani Kıyamet Meydanına geçiyoruz. Burası hem yerel halkın hem de yurtdışından gelen turistlerin ortak buluşma noktası. Meydanda Fas kültürünü en ince ayrıntılarına kadar yaşayabilirsiniz. Zaten bu meydan 2008 yılında UNESCO İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Mirası listesine girmeyi başarmış. Özellikle güneş battıktan sonra sokak tiyatrocusundan, akrobatlara, falcısından, geleneksel ilaç satıcılarına her çeşit gösteriyi keyifle seyredebilirsiniz. Ama bence bu meydandaki en önemli kişiler yılan oynatıcıları. Meydanın istisnasız her bölgesinde etrafında çuvallar olan yılan oynatıcıları ile önünde kafalarını kaldırmış eğiticisinin komutlarına göre duran ya da dans eden yılanları görebilirsiniz. Dışarıdakiler kadar dikkat çekici olan çuvalların içinin de yılan dolu olması. Grubumuzda bulunan bir hanım arkadaşımız, yılanlara karşı aşırı büyük bir fobisi olduğundan dolayı bu meydandan hiç hoşlanmıyor. Bu yüzden hemen alanı terk ediyor ve nispeten meydandan uzak olan bir yerde kahve içmeye gidiyor. Ona, burayı daha önce görmüş olan Genel Müdürümüz de refakatçi olarak eşlik ediyor. Biz de meydanda dolaşmaya başlıyoruz. Yılan oynatıcıları çok dikkatli, en ufak bir şekilde yılanların fotoğrafını çektiğinizi gördükleri anda hemen yanınızda bitiveriyorlar. Bu durumda yapacak iki seçeneğiniz var. Ya bahşişi verip kurtulmak ya da resmi onun gözü önünde silmek. Tabi bu arada bu arkadaşa elinde tutmuş olduğu, burnunuzun dibine kadar getirdiği dilini çıkartıp çıkartıp tıslayan yılanı da eşlik ediyor. İsterseniz dediğini yapmayın yani. Neyse biz de adamın istediği bahşişin onda birini teklif ederek  makinemizdeki iki üç resmi kurtarıyoruz. Hatta bir de elindeki yılanla bir de poz veriyor bize.


Jemaa el Fna - Kıyamet Meydanı...



Yılan şov...


Meydanda bunlardan çok var...




Jemaa el Fna - Kıyamet Meydanı...





Jemaa el Fna - Kıyamet Meydanında gece...

Akşam olunca meydanda seyyar sokak satıcılarının mangallarından dumanlarla birlikte enfes kokular da yükselmeye başlıyor. Ama ne yalan söyleyeyim cesaret edip de bir şeyler yiyemiyoruz. Alanın arka tarafına doğru sıralanmış olan taze meyve suyu satıcılarını görünce bir cesaret geliyor ve madem bir şey yiyemedik bari bir şey içelim diyoruz. İyi ki de diyoruz. Bu arkadaşlardan taze sıkılmış meyve suyu içmenizi şiddetle öneririm. Çünkü gerçekten daha önce bu kadar taze ve lezzetli bir meyve suyu içtiğimi hatırlamıyorum. Portakalların içi turuncu - kırmızı ve inanılmaz lezzetliler. Bu arada küçük bir uyarı notu, eğer bu meyve suları satılan alandan daha da arka sokaklara doğru ilerlerseniz fazla güvenli olmayan alanlara doğru girmiş oluyorsunuz. Buna dikkat edin, çünkü hemen yanınıza iki tane iri yarı, karanlık tipli adam yaklaşıyor. Önce Fransızca bir şeyler diyorlar, anlamadığımızı görünce sonra da İngilizce olarak buraların çok güvenli olmadığını ama eğer ufak bir bahşiş verirsek gezerken bize bodyguard'lık yapabileceklerini söylüyorlar.
Bu arada biz de 1.80 ve 1.90 boyunda gayet kalıplı iki erkek olmamıza rağmen ileride bodyguard'lardan bizi kimin koruyacağını düşünüp kendilerine kibarca teşekkür ediyor ve o sokakta daha fazla ileri doğru gitmiyoruz. 




Mutlaka taze sıkılmış meyve suyu için...

Meydanda gezimiz bitince bizde diğer arkadaşlarımızın olduğu cafeye gidip birer kahve içiyoruz. Akşam yemeği için bu kez Marakeş'in modern bölgesi olan Gueliz bölgesine gitmeye karar veriyoruz. Jemaa el Fna ve Kutubiye Camisinin olduğu bölge surların içindeki eski şehrin bulunduğu Medina bölgesiydi. Gueliz bölgesi ise Marakeş'in modern büyük binalarının, geniş caddelerinin ve uluslararası markaların satıldığı dükkanların olduğu şehrin yeni yüzü. Biz de Gueliz bölgesinde Modern Marakeş'te önce bir yürüyüş yapıyor sonrasında da güzel bir restoranda akşam yemeğimizi yiyoruz. Ertesi sabah dönüş günü, Casablanca aktarmalı olarak Türkiye'ye döneceğiz.


Modern Marakeş, Gueliz Bölgesi...

Ertesi Marakeş'ten Casablanca'ya gidecek uçağımıza binmek için havalimanına gidiyoruz. Casablanca'ya iniş saatimiz ile Türkiye'ye gidecek uçağımızın kalkış saati arasında 7 saat var. Biletlerimizi alırken bunu sorun etmemiştik. Çünkü o sürede Casablanca'yı dolaşırız diye düşünmüştük ama uçağımız bağlantılı olduğu için Marakeş'te uçağa binmeden önce pasaport kontrolünden geçmemiz ve ülkeden çıkış yapmamız gerektiğini öğrenince biraz moralimiz bozuluyor. Hem Casablanca'yı göremiyoruz hem de 7 saat gibi bir süre Casablanca havalimanında boşu boşuna vakit geçirmek zorunda kalıyoruz. Bu gerçekten çok can sıkıcı oluyor.
 

Bizi ülkemize götürecek uçağımızın COP22  giydirmesi..


Evet, bir COP İklim Değişikliği Taraflar Konferansının daha sonuna geliyoruz. Marakeş - COP22 zirvesinin asıl amacı bir çok ülkenin imzaladığı ve bizim de taraf olduğumuz Uluslararası Paris Antlaşması ile kabul edilen yönetmeliği, kabul eden tüm ülkelerin uygulaması ve bu sayede atmosferin ısınma hızının yüzde 1,5 seviyesinde tutulmasını sağlamaktı. Eğer bunu sağlayamazsak ne yazık ki ileride dünyamızı çok ama çok kötü günler bekliyor. 

O yüzden ülkemiz de dahil olmak üzere antlaşmaya taraf olmuş bütün ülkelerin sorumluluklarını yerine getirmesi dileğiyle bu yazımı bitiriyorum.

Dünyamızı aşağıdaki iki şekle çevirmek de bizim elimizde, tercihlerimiz ya dünyamızı sürdürülebilir enerji kaynaklarıyla daha yeşil ya da fosil yakıtları kullanmaya devam ederek daha karanlık bir hale getirecek... 

Tercih bizim!...






Sağlıkla kalalım, çevremize duyarlı olalım...

Bilgi için: (Paris Anlaşması)