Sayfalar

14 Kasım 2012 Çarşamba

Kasım' da Milano - Como - Portofino

 Kasım' da Milano - Como - Portofino 
 


Pegasus Havayollarına ait Sevde G. isimli uçağımız Bergamo Havaalanına tekerlek koyduğunda artık hiç de yabancısı olmadığım bu ülkeye geldiğimde sanki yurtiçinde bir havaalanına iniyormuşum gibi hissettim. Sanıyorum bu Milano' ya altıncı gelişim... Seviyorum bu şehri... Pasaport kontrolünü sorunsuz bir şekilde geçip bavulumu almak üzere yürüyen banda hareket ettiğimde bavulumun da bandın üzerinde bana doğru geldiğini görüyorum ve bingo!. Hiç beklemeden kapıdan çıkıyorum...

Bergamo havaalanından Milano' ya gitmenin en iyi, en kısa ve en ucuz yolu hemen çıkış kapısının dışında, bizdeki araç kiralama ofisleri gibi küçük ofisleri bulunan Havaş veya Havataş benzeri otobüs şirketlerini kullanmak. Otobüslerde zaten hemen havaalanının çıkışında sağda duraklarında bekliyorlar. Bileti bu ofislerden alabileceğiniz gibi otobüsün içinde de alabiliyorsunuz. Gidiş-dönüş alırsanız toplamda 2 € indirimli alabiliyorsunuz. Ofislerden kalkış saatlerinin olduğu tarifelerden alabilirsiniz. Bu otobüsler direk Milano Centrale istasyonuna gidiyorlar. Booking.com' dan önceden ayırdığım otelim zaten Milano Centrale istasyonuna çok yakın. 10 dk içerisinde hareket ediyoruz. Yaklaşık 40-50 dk süren konforlu bir yolculuk sonrası son durakta inip otelime ulaşmam da 15 dakikamı almıyor. 13-14 derecelik bir sıcaklık var ama Milano' da hava açık ve güneş uzaktan da olsa kendini gösteriyor.   
Otelime kaydımı yaptırıp, elimi yüzümü yıkayıp bavulumu bırakmam ile kendimi tekrar Milano sokaklarına atmam arasında 15-20 dakika yok... Otelim Buenos Aires Caddesine de oldukça yakın, soğuk ama en azından güneşli bu Milano gününde Milano' nun bu meşhur caddesinde biraz yürüyüş yapıyorum. Kısa Milano günümde daha önceden de görmeye niyetlendiğim ama başarılı olamadığım Leonardo Da Vinci' nin "İsa' nın Son Akşam Yemeği - L'Ultima Cena" nın sergilendiği Santa Maria Grazie delle Grazie kilisesine gitmek istiyorum. Bunun için Lima istasyonundan kırmızı hat metroya binip 7 durak sonra Cadorna' da iniyorum. Kısa bir yürüyüş sonrası kilise tam karşıma çıkıyor. Bu arada geçen seferlerde niçin içeri giremediğimi hatırlıyorum; "Rezervasyon!..." Evet... Vinci' nin bu meşhur resmi atmosferik koşullardan etkilenmemesi için özel koşullarda klimatize bir sistem kontrolünde sergileniyor ve herkesi saati ve dakikası belli olan biletlerle çok kısa süreliğine - sanırım 15 dk. - içeri alıyorlar. Bu bilet için 60 gün sonrasına kadar rezervasyonu internetten yaptırıp, satın alabiliyorsunuz.
Gişeye vardığımda saat 14:45 olmasına rağmen, gişedeki görevli bana ancak 17:15' de içeri girebileceğim bir bileti alabileceğimi söylüyor. Buradan da anlaşılıyor ki bir daha ki gelişimde internetten bilet almam gerekecek. Neyse, oradaki seyyar satıcılardan kendime üzerinde Leonardo' nun meşhur Vitruvius Adamı' nın olduğu güzel bir t-shirt ve Son Akşam Yemeğinin resmedildiği magnetlerden alıp geri dönüyorum. Cadorna' dan yine kırmızı hat metroya binip 3 durak geriye geliyorum ve Duomo meydanına çıkıyorum. Her gördüğümde bende çok büyük bir hayranlık uyandıran görkemli Duomo Katedralinin değişik açılardan fotoğraflarını çekip içine giriyorum.
  
İçerisi de hakikaten çok görkemli. Turistler bir hayli fazla, o yüzden kısa bir tur sonrasında güzel dileklerle mumumu dikip tekrar dışarı çıkıyorum. Katedralin hemen yanındaki Galleria Vittorio Emanuele' de muhteşem mağazalara göz atarak kısa bir gezinti yapıyorum ve tekrar Duomo meydanına dönüyorum.
 
  
Burası çok keyif alarak gezebileceğiniz ve hatta biraz yüksek fiyatlı da olsa yemek yiyebileceğiniz çok kaliteli restaurant ve birbirinden şık ve lüks mağazaların bulunduğu cam ve yüksek tavanlı bir yarı açık shopping mall. Kesinlikle görmenizi tavsiye ederim. Karnım artık hafifçe acıktığını hissettirince, Katedralin yanındaki dışarıda da masaları olan bir restaurant' a oturuyorum. Akşam üstü olduğu için artık ısı da yavaş yavaş düşüyor.
Ama ısıtıcılar sayesinde dışarıda rahatça oturabiliyorsunuz. Kendime ton balıklı bir pizza ve ½ litre ev yapımı kırmızı şarap söylüyorum. Hepsi birbirinden farklı yüzlerce insanın geçtiği bir sokakta yanımda olmasını dilediğim ama işi dolayısıyla yanımda olamayan eşime bir telefon edip kadehimi onunla paylaşıyorum... Yemeğimi ve şarabımı bitirmem 1 saate yakın sürüyor, keyifli bir Milano Cuma akşamında önümden geçip giden Milano' lular bana zamanı unutturuyor... Bir de esspresso ve tiramisu ile kapanışı yapıyorum... Sonra tekrar Duomo meydanına çıkıp metro ile 3 durak uzaklıktaki Lima istasyonunda inip Buenos Aires Caddesinde kısa bir yürüyüş sonrası otelime varıyorum... Hava iyice soğumuş durumda... Yarın sabah Genova ve Portofino...
GENOVA - PORTOFİNO - SANTA MARGHERİTA:  
Sabah Milano Centrale' den kalkan 09:10 Intercity treni ile Genova' ya hareket ediyorum. Konforlu bir yolculuk sonrası 10:53' de Genova' da Piazza Principe istasyonunda iniyorum. İner inmez hemen Santa Margarita' ya gidiş saatlerine bakıyorum ve 11:37' deki tren için gidiş dönüş bilet alıyorum. Yarım saatten biraz fazla vaktim var niyetim Genova Akvaryumunu gezmekti ama bu kadar kısa sürede ancak limana kadar kısa bir yürüyüş yapabiliyorum. Treni kaçırmamak için fazla oyalanmadan geri dönüp bölgesel tren ile Santa Margherita' ya hareket ediyorum. Yolculuk keyifli bir manzara eşliğinde denize paralel bir şekilde yarım saat kadar sürüyor. Santa Margherita istasyonunda inince hemen istasyonun dışından Portofino' ya otobüsler olduğunu biliyordum. Ama görünürde hiç otobüs yok, sadece bekleyen üç dört tane taksi var, zaten fazla insan da yok... Bir genç çifte Portofino otobüslerinin yerini soruyorum, bana istasyonun köşesinden kalktığını orada kalkış saatlerini gösteren bir tabela olduğunu söylüyorlar. Tabelayı buluyorum ve en yakın kalkış saatinin neredeyse 1 saat sonra olduğunu görünce canım sıkılıyor.
Zaten kıymetli olan vaktimi kaybetmemek için taksilerden birine Portofino' ya ne kadara götürdüğünü soruyorum. 25 € istiyor. Bende 20 € teklif ediyorum, yaşlıca şoför hiç itirazsız kabul ediyor... Bu kadar itirazsız kabul edince bende yine de bir kazıklanma duygusu uyanıyor. Yol çok uzun değil 5 km falan, bu süre içerisinde şoförüm bana Portofino hakkında bilgiler veriyor, Berlusconi' nin evini, Abromovich' in yatını nereye demirlediğini, turistleri falan anlatıyor. Nereli olduğumu soruyor, Türk olduğumu söyleyince şaşırıyor, hiç Türk' e benzemediğimi ve İtalyanca' mın güzel olduğunu söylüyor ve bana sinyal kolundan çıkarttığı bir tesbihi gösteriyor. Bir Türk turist hediye etmiş... Bu arada Portofino' ya varıyoruz ben 20 € uzatıp verdiği bilgiler için teşekkür ediyorum. Oda bana eğer geri döneceksem beni bekleyebileceğini ve 10 €' ya geri götürebileceğini söylüyor. Bende başlangıçta oluşan kazıklanma duygusunun hafiflemesi ile peki diyorum...         
Portofino' ya araç girişi belli bir yere kadar, o meydan dan sonra aşağıya sahile ancak yürüyerek inebiliyorsunuz.
 
Küçük küçük dükkanların olduğu bir yokuştan aşağı sahile doğru iniyorum. Sahile inince o meşhur ve muhteşem Portofino manzarası karşımda...
 
Bir müddet seyrediyorum, sonra sahile kadar iniyorum, her biri değişik renkte olan ve derinlik hissi vermesi için özel olarak boyanmış evleri ve denizi seyrediyorum. Bu evlerin neden değişik renklerde boyandığı hakkında bir hikaye duymuştum, eskiden denizciler seferden döndüklerinde genelde sarhoş olduklarından evlerini daha kolay bulabilmeleri için böyle renk renk boyanırmış. Neyse her şekilde güzel... Portofino belki Ortaköy meydanı kadar, belki biraz daha büyükçe bir yer ama çok güzel, mevsim kış olduğu için tabi bir hayli sessiz ve soğuk tabi ama yazın kesinlikle çok daha güzel oluyordur. Hava dışarıda oturmaya müsaade edecek gibi, bir hayli fotoğraf çektikten sonra tek tük müşterilerin oturduğu bir restaurant' a oturuyorum. Bir küçük şişe kırmızı şarap ile bir focaccia söylüyorum...
 
Birde pesto soslu makarna, Portofino manzarası eşliğinde keyifli bir yemek oluyor. Ufak tefek hediyelik eşya alımlarımı da tamamladıktan sonra yukarı meydana çıkıyor geldiğim taksiyi bulmaya çalışıyorum ama göremiyorum. Bu arada başka bir taksiden benim şoför iniyor ve bana sesleniyor; "Signor, signor..." elimi kaldırıp onu gördüğümü işaret ediyorum, bana arabayı bir nedenden ötürü değiştirdiğini anlatmaya çalışıyor ama anlamıyorum zaten çok da önemsemiyorum... Santa Margherita' ya geldiğimde dönüş treni için biletimi alıyorum, 40 dakikam var, aşağı sahile iniyorum ve bu şirin kasabayı dolaşıyorum...
 
Yanı başındaki Portofino kadar meşhur olmasa da bence çok güzel bir yer ve görülmesi gerek diye düşünüyorum. Çok güzel bir sahil kasabası... Keşke vaktim olsa da burada biraz daha vakit geçirebilsem diye düşünüyorum. Ama daha sıcak günlerde buraya ailemle beraber tekrar gelmek üzere kendime söz veriyorum. Trenimin kalkmasına 10 dakika kala istasyona dönüyorum ve önce Genova, sonra Milano' ya dönüp günün yorgunluğunu çıkarmak üzere otelime varıyorum...
COMO:
Otel' de hızlı bir kahvaltı sonrası Lima istasyonundan metroya binip 4-5 durak sonra Cadorna istasyonunda iniyorum. Milano' dan Como' ya en rahat ulaşabileceğiniz istasyon bence burası... Bu istasyon' dan 45 dakikada bir Como' ya direk tren hareket ediyor. 09:40 treni için biletimi alıyorum, hareket saatine henüz 25 dakika var. Ayaküstü bir kahve içiyorum istasyonda... Sonra trenimin peronunu bulup, hazır bekleyen trenime yerleşiyorum. Tertemiz yeni bir tren, hareket saatine yaklaşmış olsak da çok fazla dolmuyor ve o şekilde hareket ediyoruz. İtalya' da trenle seyahat etmeyi seviyorum. Özellikle manzaranın tadına doyum olmuyor. 35-40 dakikalık keyifli bir yolculuk sonrasında Como' dayım. Nord Lago istasyonunda inmek bence en iyisi. Çünkü istasyondan iner inmez hemen göl karşınızda, Gölü karşıma aldığımda temiz havayı ciğerlerime çekiyorum, ancak şansıma hava biraz puslu... Sonra gölü soluma alıp sağ tarafa doğru yürümeye başlıyorum. Hemen sağ tarafta meşhur İstanbul Cafe... Ama saatin erken olması sezonunda geçmiş olması nedeniyle henüz açılmamış... Yürümeye devam ediyorum, göl durgun, hava puslu, çok güzel olmasa da yine de hoşuma giden fotoğraflar çekiyorum. Özellikle yamaçlardaki evlerin sıralanışları, renkleri çok güzel... Biraz ileride tuğla - ahşap karışımı çok şirin bir bina var. Üzerinde de "Funicolare" yani Füniküler yazıyor.
Brunate kasabasına çıkan fünikülerin bu kadar yakında olacağını hiç tahmin etmemiştim. O yüzden sefer saatlerine bakıp biraz daha yürüyüşüme devam etmek ve dönerken binmeyi düşünüyorum. Göl kıyısındaki yürüyüşüme devam ediyorum.
Como sanki terk edilmiş gibi, benimle birlikte çok az sayıda yürüyen var. Kıyıda iki çocuğu ile oynayan bir baba görüyorum ve ondan rica ederek fotoğrafımı çektiriyorum. Sonbahar yapraklara renk cümbüşleriyle ayrı bir anlam katmış.
 
Ağaçlardaki yapraklarda, dökülen yapraklarda enfes, çok güzel kareler alıyorum. Jogging yapan bir iki Como' lu kulaklıkları kulaklarında Kasım ayındaki bu güzel havanın tadını çıkartıyorlar.
 
Keyifli bir yürüyüşün sonunda artık yol bir özel mülk dolayısıyla son buluyor ve bende füniküler ile Brunate' ye çıkmak üzere geriye dönüyorum. Gişeden bilet almak üzereyken arkamda bekleyen üç kişinin Türkçe konuşmaları enteresan bir durum oluşturuyor. İstasyonda biletçi dahil 6 kişiyiz ve dördü Türk...
Fünikülere binmeden duvardaki eski siyah beyaz resimleri inceliyorum, karlar altında çalışan füniküler resimleri çok güzel. Çok dik bir yamaca tırmanıyoruz.
Fünikülerin arkası komple cam, ve buradan bakınca yükseldikçe güzelleşen bir manzara görüyorsunuz...
 
Bir müddet sonra Como kuşbakışı ayağınızın dibinde kalıyor. Brunate çok keyifli, küçük bir kasaba.
İstasyonun çıkışında turistik eşyalar satan ufak dükkanlar ve kafeler var. Ama manzara olağanüstü. Küçük bir kilisesi var,  ve muhteşem Como gölü manzaralı dar yolları...
Bir müddet bu dar yollarda yürüyorum, sessiz, serin ve sakin. Çok güzel fotoğraflar çekiyorum. Ama gölün üzerine çökmüş olan pus ve sis görüşü bir hayli kısıtlıyor. Nazlı Como kendini saklıyor.
Sonra tekrar geri dönüyorum ve Füniküler istasyonun yanındaki Cafe' ye oturup bu eşsiz manzara eşliğinde bir kahve içiyorum. Tekrar Como' ya dönüp bu kez gölün öbür tarafına şehir kısmına doğru yürüyorum. Şansıma o gün bir araba rallisi var. İnsanlar şehir içinde startı verilen ve kupa töreni yine aynı meydanda yapılacak olan yarış için meydanda toplanmışlar. Güzel bir eğlence var ve Como' lular bu güzel hafta sonu gününün keyfini çıkartıyorlar.
 
Sonra bu sefer şehrin sokaklarında güzel bir yürüyüş yapıyorum, keyifli dar sokaklar beni Pazar kurulmuş bir meydana getiriyor. Biraz da burada vakit geçiriyorum sonra tekrar manzaranın tadını son kez çıkartmak üzere sahil kısmına geri dönüyorum.
Sahildeki güzel parkta belli belirsiz Hiroşima anıtı dikkatimi çekiyor.
Orada bir müddet bu anlamsız savaşta ölen insanların anısına saygıyla bekliyorum.
Artık dönüş zamanı geliyor. İstasyona gidip sefer saatini beklemekte olan Milano trenine biniyorum, önce otelime, ertesi günde ülkeme geri dönmek için... Çok sevdiğim İtalya' ya da en kısa zamanda tekrar görüşmek üzere hoşça kal diyorum...  

6 Temmuz 2012 Cuma

Yunanistan'dan İtalya'ya - 5 (Son) (Venedik - Verona - Garda)


Yunanistan'dan İtalya'ya - 5 (Son) (Venedik - Verona - Garda) 
 (Genel) 
Bunca yıldır İtalya'ya gider gelirim, görmediğim iki önemli şehirden biri de Venedik'ti. Diğeri de bir önceki gün gittiğim Pisa şehriydi. Böylece iki eksiği de bu gezimizde tamamlamış oluyorum. Mestre denilen ana kara kısmından hem karayolu hem de demiryolu ile adacıklardan oluşan Venedik'e geçebiliyorsunuz. Venedik'in Isola Nuova (Yeni Ada) kısmında Cruise'ların da yanaşabildiği büyük bir liman var. Burada otobüsümüzden inip bizi Venedik'in kalbi olan San Marco Meydanına götürecek olan Vapuretto'muza biniyoruz.


Vapuretto'muz bizi Venedik'in kuzey-batısındaki liman kısmından güney-doğusundaki San Marco meydanına götürüyor. San Marco meydanı çok kalabalık ve Venedik bugün hakikaten çok sıcak... Ayrıca aşırı bir nem olduğu için sıcaklık olduğundan daha da fazla hissediliyor. Venedik'te göreceğiniz her köprü bir adacığı diğer bir adacığa bağlıyor. Bu köprülerin her biri sanki ayrı bir fotoğraf karesi... Her birinde ayrı otantik bir hava yakalayabiliyorsunuz. San Marco Meydanında tüm görkemiyle Basilica di San Marco ve Torre Dell'Orologio (Saat Kulesi) sizi karşılıyor. San Marco Meydanın'dan Rialto köprüsüne yürürken veya Rialto köprüsünden San Marco Meydanı'na dönerken dar sokaklarda ve köprülerde kaybolmamanız için bina köşelerine kırmızı oklar koymuşlar ve gidiş yönünüze göre "San Marco" ya da "Rialto" diye yazmışlar. Giderken de gelirken de kaybolma gibi bir sıkıntı çekmiyorsunuz.



San Marco meydanında Basilica di San Marco'nun tam karşısında durduğunuz zaman Basilica'nın üst duvarlarında her biri ayrı hikayeyi anlatan duvar fresklerini görebiliyorsunuz. Bu fresklerden birinde ölü bir İtalyan din adamını, içinde domuz var diyerek sandığı açtırmadan Osmanlı gümrüğünden geçirmeleri resmedilmiş.
San Marco Meydanı'nın da biraz vakit geçirdikten sonra Venedik'in birbirinden güzel ara sokaklarında, güzelim köprülerinde muhteşem dakikalar geçiriyoruz. Bu arada farkında olmadan epeyce acıkıyoruz. Bu ara sokaklardaki her biri ayrı güzellikteki restoranlardan birine oturuyoruz. Kızım bir pizza, eşim tavuk salatası, ben de dilimlenmiş dana bonfile söylüyoruz. Bir porsiyon lazanyayı da başlangıç olarak üçümüz paylaşıyoruz. Tabi bir şişe de kırmızı şarap... İtalya'da restoranlarda en sevdiğim uygulama suyun masaya cam şişe ile gelmesi... Bizim ülkemizde de bazı lüks restoranlarda yeni yeni başladı bu uygulama ama bence daha da yaygınlaşmalı... Yemekten sonra espressolarımızı da içip Rialto Köprüsüne doğru yürüyoruz. Rialto Köprüsü etrafında bir çok hediyelik eşya satan irili ufaklı dükkanlar var. Bir kısmında Venedik'in cam ürünleri ile meşhur Murano adasının cam hediyelik eşyaları satılmakla beraber, büyük bir çoğunluğunda ise maalesef Çin malı cam ürünler var. Murano ürünleri çok daha özel, çok daha güzel ve tabi çok daha fiyatlı ama seçim sizin tabi ki...

Tur programımızda Murano adası da var. Bu yüzden rehberimizin belirlediği saatte yeniden San Marco Meydanına dönüyoruz. Küçük bir vapuretto bizi Murano adasında bir cam işleme atölyesine götürüyor. Burada bir cam ustası bize küçük bir şov yapıyor, önce 1600 derecelik fırında ısıtılan Silisyum dioksit yani kumdan üfleyerek bir sürahi yapıyor, sonra da üflemesiz olarak dolu camdan bir at heykeli yapıyor. Murano'da yapılan her bir ürün tamamen el işçiliği olduğu için hepsi birbirinden farklı...
 
Başarılı bu iki çalışma sonrasında bizi showroom'a alıp isteyenlere satış yapıyorlar... Son derece sıcak bu günde klimalı ortam bize bir hayli nefes aldırıyor ama tamamen ticari olan bu Murano turu için adam başı 25 € vermiş olmak bana gereksiz geliyor. Turla gidecek olanlar eğer cam işçiliğine ve cam eşyaların nasıl üretildiğine özel ilgi duymuyorlarsa Murano turu bence gereksiz... Burano adasına ise gitmedik ama orası da dantel işçiliği ile meşhurmuş. Fazladan bir gününüz yoksa bence tüm zamanınızı Venedik'te geçirmeniz çok daha mantıklı...
Vapurettomuz bizi tekrar San Marco meydanına bırakıyor ve Venedik deyince beni en çok heyecanlandıran şeyi yapmak üzere iskelenin diğer bir kısmına gidiyoruz: GONDOL TURU...
 
 
 
Gondollar 6'şar kişilik, eşim, kızım ve ben, kızı ile seyahat eden genç bir anne ve tur boyunca İtalya üzerine güzel sohbetler yaptığımız yalnız gezgin yaşlı doktor beyimiz ile altılık bir grup oluşturup gondolumuza yerleşiyoruz. Bizim gondolumuz diğerlerinden biraz daha büyük ve gondolcumuz ise hem diğerlerinden biraz daha yaşlı hem de giysisi diğerlerinden farklı... Diğer gondolcular çoğunlukla enine lacivert - beyaz çizgili birer t-shirt giymişken, bizim gondolcumuz düz beyaz bir gömlek, kırmızı bir fular ile kırmızı bantlı hasır şapka ile diğerlerinden ayrılıyor. Bu farkın sebebini sorduğumda Venedikin en iyi gondolcusu olduğu için belediye başkanının kendisine özel kıyafetler verdiğini söyledi. Neşeli bir kişilik olan gondolcumuza inanmış gibi yapıp seyahatin keyfini çıkartmaya devam ettik. Şansımıza bizden bir önceki gondola ellerinde şampanyaları ile binen genç çift paraya kıymışlardı ve bir de akerdeoncuları vardı gondolda... O güzelim müzik tınıları içerisinde güzelim köprüler ve eşsiz manzaralar eşliğinde çok keyifli bir gondol gezisi yaptık. Bence gondola binerken yanınızda bir şişe şarap veya şampanya bulundurmanız gondol gezisi için ideal bir seçim bunu unutmayın.

Tadı damağımızda, anıları hafızalarımızda kalarak vapurettomuza binip Venedik'ten ayrılıyoruz. Otobüsümüz bizi otelimizin bulunduğu Venedik'in komşu ili Padova'ya götürüyor. Padova'da otelimize yerleşip hem akşam yemeği hem de Padova'yı keşif için bir yürüyüşe çıkıyoruz. Resepsiyon'dan akşam yemeği için aldığım önerilerden bir tanesi olan bir Trattoria' da güzel bir akşam yemeği alıyoruz. Trattoria'nın sahibinin ısrarla önerdiği çok güzel bir sebze çorbası ile başlıyoruz ve ev yapımı ½ litrelik kırmızı şarap eşliğinde, her birimiz için farklı çeşitte birer makarna ile akşam yemeğimizi tamamlıyoruz. Yarın programımızda Verona, Romeo-Jülyet' in evi ve Garda gölü gezisi var... Otelimize dönüp yoğun geçen bir Venedik günü sonrasında ertesi günkü programa dinç çıkabilmek amacı ile dinlenmeye çekiliyoruz. Uyumadan önce Verona ve özellikle Garda gölü hakkında önceden hazırlamış olduğum notlara bir göz atıyorum. Bu arada otelde lobiden aldığım bir ortaçağ kale ve şarap mahzenleri gezi turu broşürünü inceliyorum, çok beğenmeme rağmen zaman yokluğundan dolayı bir sonraki daha özgür olacağımıza inandığım bir İtalya gezisinde katılabilmek ümidi ile broşürü çantama koyuyorum. 
 
VERONA - GARDA GÖLÜ - SİRMİONE
Sabah Verona' ya doğru yola çıkmak üzere kahvaltımızı edip erkenden otobüsümüzde yerimizi alıyoruz. Aşağı yukarı 80-90 km bir yolumuz var. Güzel ve verimli İtalya ovalarıyla süslü yol manzaraları eşliğinde 1,5 -2 saat gibi bir süre sonra Verona' ya varıyoruz. Şehre girdiğimizde Roma' da ki kadar görkemli olmasa da İtalya' da ki 3. Büyük kolezyum olan Verona Arena tüm haşmetiyle bizi karşılıyor. Hemen karşısında ise Garibaldi' nin öldüğü ev diye bize tanıtılan yeşil panjurlu bir ev vardı ama -ölüm tarihi 1882 olmalı- ev bana o kadar eski gelmedi...



Verona' nın ara sokaklarında Romeo ve Jülyet' in evine doğru yürüyoruz. Sokaklar tam benim tarzım, dar ve pencerelerde sarkan çiçekler... Bu atmosferi çok seviyorum, İtalya' yı bana sevdiren özelliklerden biri de bu ambiyans... Bir sürü pandomimci var sokaklarda, kimi havada asılı duruyor, kimi Ramses kılığında, kimi de bebek arabasına sığdırmış kendisini... Her biri ayrı ilgi çekiyor. Kısa bir yürüyüşten sonra Romeo ve Jülyet' in evine ve o meşhur balkona ulaşıyoruz... Bence çok basit bir ev ve balkon ama bunu bile turistik hale getiren zekaya saygı duyuyorum. Alınacak çok ders var ülkemiz adına... Evin avlusuna dar bir koridordan geçerek varıyorsunuz. Koridor da, evin avlusu da oldukça kalabalık. 4 dilde hizmet veren Romeo&Giulietta telefonlarının ekranları ve bunların bulundukları duvar aşıkların isimleri ile dolu... Duvarlarda binlerce, yüz binlerce isim var... Zaten Alfa Romeo otomobil firması da çıkarttığı Giulietta modeli ile bu aşkı daha da ölümsüzleştirmiş... Bu kısa Verona ve Romeo-Jülyet' in evi turundan sonra Arena' nın tam karşısında iki İtalyan birası eşliğin de bir pizzayı eşim ve kızımla paylaşıyoruz... İtalyanlar şaraptan çok iyi anlıyorlar ama bira için aynı şeyi söyleyemeyeceğim, çok fazla özellikli bir bira gibi gelmiyor çünkü bana seçtiğim İtalyan birası, yine de bu sıcakta fena gitmiyor...
 
 
Otobüsümüz Garda Gölüne yaklaştığında ve Sirmione' ye girdiğimizde evlerin kalitesinin biraz daha arttığını görüyoruz. Çok şık tek katlı veya iki katlı bahçeli evler hoş bir düzen ile gözümüzü ve gönlümüzü okşuyor. Her yer yeşil ve çiçekli... Check point'te otobüsümüzden inip Sirmione'nin içerisine doğru yürüyoruz. Küçük bir tezgahta satılan limonların iriliği ve tazeliği gözümüzden kaçmıyor. Buralarda meyve sebze belki pahalı ama en azından hormonlu olmadığını hissedebiliyorsunuz. Bizim tenis topu sertliğinde domatesleri burada bulma şansınız sıfır... Biz seracılıkta biraz ipin ucunu kaçırdık galiba ülke olarak... Meyve ve sebzelerimiz neredeyse plastik tadında artık... Neyse yeri değil burası...


Köprünün üzerinden geçip içeriye doğru giriyoruz. Bu sırada aşağıda kuğular ve ördekler bize vals yapıyorlar. Bu kuğular o kadar evcilleşmişler ki biraz sonra gideceğimiz sahilde elimizden yemek bile yediler neredeyse. Sirmione, Garda Gölünün en güneyinde gölün içerisine uzanan uzun, yassı ve sivri bir yarım ada. Yarım adanın ucuna doğru gittiğinizde bir kale ve küçük bir köprü sizi karşılıyor ve en uç kısma buradan geçiyorsunuz. Burada çok güzel butik oteller mevcut ve küçük bir orman kıvamında bir gezi parkı var. İster parkın içerisinden ister sahilden en uca kadar gitmenizi tavsiye ederim. Biz parkın içerisinden gidip sahilden geriye döndük. Ana meydanda yine birbirinden şık restaurantlar var. Ayrıca binaların hepsi çiçeklerle kaplanmış ve her biri ayrı güzel.  Bu restaurantlardan birine oturup iki kadeh şarap söylüyoruz eşimle bana, kızım ise tiramisu istiyor...



Özellikle İtalya'da bir yere oturduğunuz zaman yediğiniz ve içtiğiniz her şey lezzetli, her şey güzel... Bizdeki turistik yörelerde uyduruk malzemeye yüksek fiyat söyleyip turisti yolma fikri yok. Bu konuda da bizimde ülke olarak bir önlem almamız gerekiyor bence. Sezonluk aşırı yüksek fiyatlarla yer kiralayan işletmelerin bu kirayı ilk senelerinde çıkartmak için aşırı pahalı fiyatlar ile kalitesiz yemek satmaları hem turizmi baltalıyor hem de bu kafadaki işletmeler ertesi sene aynı yerde olamıyorlar. Turizm bakanlığı mı artık kim el atacaksa bu işe bir çözüm bulmalılar... İki kadeh şarap ve bir tiramisu için 12 € ödüyorum. 2 €' da bahşiş bırakınca garsonlar çok seviniyor. İtalya' da bahşiş gibi bir adet yok ya da çok az uygulanıyor. Bizde böyle turistik bir yerde aynı menüye 50 TL' den aşağı hesap gelmeyeceğine emin olabilirsiniz.
 
 
Kalenin dışındaki yukarıda sabitlenmiş kocaman kaya ilgimi çekiyor ve altındaki yazıyı okuyorum; "I don' t like a rolling stone" yani sallanan taştan hoşlanmam... Sanırım bu yüzden sabitlemiş o koca kayayı, hoş... Esprili bir yaklaşım...
 
Göl bugün kuzeyden oldukça rüzgar alıyor, ama yine de giren insan sayısı bir hayli fazla. Göl kenarındaki platformdan geri dönerken Garda Gölü bizi bir hayli ıslatıyor. Sirmione çok hoş ve otantik bir yer. Bence o taraflardaysanız görmenizi tavsiye ederim, pişman olmazsınız. Şimdiki turlar bu Verona ve Garda Gölü gezilerini ekstra olarak sunuyorlar, bence alınmasında fayda var.


Plajda kuğulara biraz ekmek atıp Garda Gölüne ve Sirmione' ye veda ediyoruz...
Şimdilik hoşçakal İtalya, tekrar görüşmek üzere... Ciao, ci vediamo...