Sayfalar

6 Temmuz 2012 Cuma

Yunanistan'dan İtalya'ya - 5 (Son) (Venedik - Verona - Garda)


Yunanistan'dan İtalya'ya - 5 (Son) (Venedik - Verona - Garda) 
 (Genel) 
Bunca yıldır İtalya'ya gider gelirim, görmediğim iki önemli şehirden biri de Venedik'ti. Diğeri de bir önceki gün gittiğim Pisa şehriydi. Böylece iki eksiği de bu gezimizde tamamlamış oluyorum. Mestre denilen ana kara kısmından hem karayolu hem de demiryolu ile adacıklardan oluşan Venedik'e geçebiliyorsunuz. Venedik'in Isola Nuova (Yeni Ada) kısmında Cruise'ların da yanaşabildiği büyük bir liman var. Burada otobüsümüzden inip bizi Venedik'in kalbi olan San Marco Meydanına götürecek olan Vapuretto'muza biniyoruz.


Vapuretto'muz bizi Venedik'in kuzey-batısındaki liman kısmından güney-doğusundaki San Marco meydanına götürüyor. San Marco meydanı çok kalabalık ve Venedik bugün hakikaten çok sıcak... Ayrıca aşırı bir nem olduğu için sıcaklık olduğundan daha da fazla hissediliyor. Venedik'te göreceğiniz her köprü bir adacığı diğer bir adacığa bağlıyor. Bu köprülerin her biri sanki ayrı bir fotoğraf karesi... Her birinde ayrı otantik bir hava yakalayabiliyorsunuz. San Marco Meydanında tüm görkemiyle Basilica di San Marco ve Torre Dell'Orologio (Saat Kulesi) sizi karşılıyor. San Marco Meydanın'dan Rialto köprüsüne yürürken veya Rialto köprüsünden San Marco Meydanı'na dönerken dar sokaklarda ve köprülerde kaybolmamanız için bina köşelerine kırmızı oklar koymuşlar ve gidiş yönünüze göre "San Marco" ya da "Rialto" diye yazmışlar. Giderken de gelirken de kaybolma gibi bir sıkıntı çekmiyorsunuz.



San Marco meydanında Basilica di San Marco'nun tam karşısında durduğunuz zaman Basilica'nın üst duvarlarında her biri ayrı hikayeyi anlatan duvar fresklerini görebiliyorsunuz. Bu fresklerden birinde ölü bir İtalyan din adamını, içinde domuz var diyerek sandığı açtırmadan Osmanlı gümrüğünden geçirmeleri resmedilmiş.
San Marco Meydanı'nın da biraz vakit geçirdikten sonra Venedik'in birbirinden güzel ara sokaklarında, güzelim köprülerinde muhteşem dakikalar geçiriyoruz. Bu arada farkında olmadan epeyce acıkıyoruz. Bu ara sokaklardaki her biri ayrı güzellikteki restoranlardan birine oturuyoruz. Kızım bir pizza, eşim tavuk salatası, ben de dilimlenmiş dana bonfile söylüyoruz. Bir porsiyon lazanyayı da başlangıç olarak üçümüz paylaşıyoruz. Tabi bir şişe de kırmızı şarap... İtalya'da restoranlarda en sevdiğim uygulama suyun masaya cam şişe ile gelmesi... Bizim ülkemizde de bazı lüks restoranlarda yeni yeni başladı bu uygulama ama bence daha da yaygınlaşmalı... Yemekten sonra espressolarımızı da içip Rialto Köprüsüne doğru yürüyoruz. Rialto Köprüsü etrafında bir çok hediyelik eşya satan irili ufaklı dükkanlar var. Bir kısmında Venedik'in cam ürünleri ile meşhur Murano adasının cam hediyelik eşyaları satılmakla beraber, büyük bir çoğunluğunda ise maalesef Çin malı cam ürünler var. Murano ürünleri çok daha özel, çok daha güzel ve tabi çok daha fiyatlı ama seçim sizin tabi ki...

Tur programımızda Murano adası da var. Bu yüzden rehberimizin belirlediği saatte yeniden San Marco Meydanına dönüyoruz. Küçük bir vapuretto bizi Murano adasında bir cam işleme atölyesine götürüyor. Burada bir cam ustası bize küçük bir şov yapıyor, önce 1600 derecelik fırında ısıtılan Silisyum dioksit yani kumdan üfleyerek bir sürahi yapıyor, sonra da üflemesiz olarak dolu camdan bir at heykeli yapıyor. Murano'da yapılan her bir ürün tamamen el işçiliği olduğu için hepsi birbirinden farklı...
 
Başarılı bu iki çalışma sonrasında bizi showroom'a alıp isteyenlere satış yapıyorlar... Son derece sıcak bu günde klimalı ortam bize bir hayli nefes aldırıyor ama tamamen ticari olan bu Murano turu için adam başı 25 € vermiş olmak bana gereksiz geliyor. Turla gidecek olanlar eğer cam işçiliğine ve cam eşyaların nasıl üretildiğine özel ilgi duymuyorlarsa Murano turu bence gereksiz... Burano adasına ise gitmedik ama orası da dantel işçiliği ile meşhurmuş. Fazladan bir gününüz yoksa bence tüm zamanınızı Venedik'te geçirmeniz çok daha mantıklı...
Vapurettomuz bizi tekrar San Marco meydanına bırakıyor ve Venedik deyince beni en çok heyecanlandıran şeyi yapmak üzere iskelenin diğer bir kısmına gidiyoruz: GONDOL TURU...
 
 
 
Gondollar 6'şar kişilik, eşim, kızım ve ben, kızı ile seyahat eden genç bir anne ve tur boyunca İtalya üzerine güzel sohbetler yaptığımız yalnız gezgin yaşlı doktor beyimiz ile altılık bir grup oluşturup gondolumuza yerleşiyoruz. Bizim gondolumuz diğerlerinden biraz daha büyük ve gondolcumuz ise hem diğerlerinden biraz daha yaşlı hem de giysisi diğerlerinden farklı... Diğer gondolcular çoğunlukla enine lacivert - beyaz çizgili birer t-shirt giymişken, bizim gondolcumuz düz beyaz bir gömlek, kırmızı bir fular ile kırmızı bantlı hasır şapka ile diğerlerinden ayrılıyor. Bu farkın sebebini sorduğumda Venedikin en iyi gondolcusu olduğu için belediye başkanının kendisine özel kıyafetler verdiğini söyledi. Neşeli bir kişilik olan gondolcumuza inanmış gibi yapıp seyahatin keyfini çıkartmaya devam ettik. Şansımıza bizden bir önceki gondola ellerinde şampanyaları ile binen genç çift paraya kıymışlardı ve bir de akerdeoncuları vardı gondolda... O güzelim müzik tınıları içerisinde güzelim köprüler ve eşsiz manzaralar eşliğinde çok keyifli bir gondol gezisi yaptık. Bence gondola binerken yanınızda bir şişe şarap veya şampanya bulundurmanız gondol gezisi için ideal bir seçim bunu unutmayın.

Tadı damağımızda, anıları hafızalarımızda kalarak vapurettomuza binip Venedik'ten ayrılıyoruz. Otobüsümüz bizi otelimizin bulunduğu Venedik'in komşu ili Padova'ya götürüyor. Padova'da otelimize yerleşip hem akşam yemeği hem de Padova'yı keşif için bir yürüyüşe çıkıyoruz. Resepsiyon'dan akşam yemeği için aldığım önerilerden bir tanesi olan bir Trattoria' da güzel bir akşam yemeği alıyoruz. Trattoria'nın sahibinin ısrarla önerdiği çok güzel bir sebze çorbası ile başlıyoruz ve ev yapımı ½ litrelik kırmızı şarap eşliğinde, her birimiz için farklı çeşitte birer makarna ile akşam yemeğimizi tamamlıyoruz. Yarın programımızda Verona, Romeo-Jülyet' in evi ve Garda gölü gezisi var... Otelimize dönüp yoğun geçen bir Venedik günü sonrasında ertesi günkü programa dinç çıkabilmek amacı ile dinlenmeye çekiliyoruz. Uyumadan önce Verona ve özellikle Garda gölü hakkında önceden hazırlamış olduğum notlara bir göz atıyorum. Bu arada otelde lobiden aldığım bir ortaçağ kale ve şarap mahzenleri gezi turu broşürünü inceliyorum, çok beğenmeme rağmen zaman yokluğundan dolayı bir sonraki daha özgür olacağımıza inandığım bir İtalya gezisinde katılabilmek ümidi ile broşürü çantama koyuyorum. 
 
VERONA - GARDA GÖLÜ - SİRMİONE
Sabah Verona' ya doğru yola çıkmak üzere kahvaltımızı edip erkenden otobüsümüzde yerimizi alıyoruz. Aşağı yukarı 80-90 km bir yolumuz var. Güzel ve verimli İtalya ovalarıyla süslü yol manzaraları eşliğinde 1,5 -2 saat gibi bir süre sonra Verona' ya varıyoruz. Şehre girdiğimizde Roma' da ki kadar görkemli olmasa da İtalya' da ki 3. Büyük kolezyum olan Verona Arena tüm haşmetiyle bizi karşılıyor. Hemen karşısında ise Garibaldi' nin öldüğü ev diye bize tanıtılan yeşil panjurlu bir ev vardı ama -ölüm tarihi 1882 olmalı- ev bana o kadar eski gelmedi...



Verona' nın ara sokaklarında Romeo ve Jülyet' in evine doğru yürüyoruz. Sokaklar tam benim tarzım, dar ve pencerelerde sarkan çiçekler... Bu atmosferi çok seviyorum, İtalya' yı bana sevdiren özelliklerden biri de bu ambiyans... Bir sürü pandomimci var sokaklarda, kimi havada asılı duruyor, kimi Ramses kılığında, kimi de bebek arabasına sığdırmış kendisini... Her biri ayrı ilgi çekiyor. Kısa bir yürüyüşten sonra Romeo ve Jülyet' in evine ve o meşhur balkona ulaşıyoruz... Bence çok basit bir ev ve balkon ama bunu bile turistik hale getiren zekaya saygı duyuyorum. Alınacak çok ders var ülkemiz adına... Evin avlusuna dar bir koridordan geçerek varıyorsunuz. Koridor da, evin avlusu da oldukça kalabalık. 4 dilde hizmet veren Romeo&Giulietta telefonlarının ekranları ve bunların bulundukları duvar aşıkların isimleri ile dolu... Duvarlarda binlerce, yüz binlerce isim var... Zaten Alfa Romeo otomobil firması da çıkarttığı Giulietta modeli ile bu aşkı daha da ölümsüzleştirmiş... Bu kısa Verona ve Romeo-Jülyet' in evi turundan sonra Arena' nın tam karşısında iki İtalyan birası eşliğin de bir pizzayı eşim ve kızımla paylaşıyoruz... İtalyanlar şaraptan çok iyi anlıyorlar ama bira için aynı şeyi söyleyemeyeceğim, çok fazla özellikli bir bira gibi gelmiyor çünkü bana seçtiğim İtalyan birası, yine de bu sıcakta fena gitmiyor...
 
 
Otobüsümüz Garda Gölüne yaklaştığında ve Sirmione' ye girdiğimizde evlerin kalitesinin biraz daha arttığını görüyoruz. Çok şık tek katlı veya iki katlı bahçeli evler hoş bir düzen ile gözümüzü ve gönlümüzü okşuyor. Her yer yeşil ve çiçekli... Check point'te otobüsümüzden inip Sirmione'nin içerisine doğru yürüyoruz. Küçük bir tezgahta satılan limonların iriliği ve tazeliği gözümüzden kaçmıyor. Buralarda meyve sebze belki pahalı ama en azından hormonlu olmadığını hissedebiliyorsunuz. Bizim tenis topu sertliğinde domatesleri burada bulma şansınız sıfır... Biz seracılıkta biraz ipin ucunu kaçırdık galiba ülke olarak... Meyve ve sebzelerimiz neredeyse plastik tadında artık... Neyse yeri değil burası...


Köprünün üzerinden geçip içeriye doğru giriyoruz. Bu sırada aşağıda kuğular ve ördekler bize vals yapıyorlar. Bu kuğular o kadar evcilleşmişler ki biraz sonra gideceğimiz sahilde elimizden yemek bile yediler neredeyse. Sirmione, Garda Gölünün en güneyinde gölün içerisine uzanan uzun, yassı ve sivri bir yarım ada. Yarım adanın ucuna doğru gittiğinizde bir kale ve küçük bir köprü sizi karşılıyor ve en uç kısma buradan geçiyorsunuz. Burada çok güzel butik oteller mevcut ve küçük bir orman kıvamında bir gezi parkı var. İster parkın içerisinden ister sahilden en uca kadar gitmenizi tavsiye ederim. Biz parkın içerisinden gidip sahilden geriye döndük. Ana meydanda yine birbirinden şık restaurantlar var. Ayrıca binaların hepsi çiçeklerle kaplanmış ve her biri ayrı güzel.  Bu restaurantlardan birine oturup iki kadeh şarap söylüyoruz eşimle bana, kızım ise tiramisu istiyor...



Özellikle İtalya'da bir yere oturduğunuz zaman yediğiniz ve içtiğiniz her şey lezzetli, her şey güzel... Bizdeki turistik yörelerde uyduruk malzemeye yüksek fiyat söyleyip turisti yolma fikri yok. Bu konuda da bizimde ülke olarak bir önlem almamız gerekiyor bence. Sezonluk aşırı yüksek fiyatlarla yer kiralayan işletmelerin bu kirayı ilk senelerinde çıkartmak için aşırı pahalı fiyatlar ile kalitesiz yemek satmaları hem turizmi baltalıyor hem de bu kafadaki işletmeler ertesi sene aynı yerde olamıyorlar. Turizm bakanlığı mı artık kim el atacaksa bu işe bir çözüm bulmalılar... İki kadeh şarap ve bir tiramisu için 12 € ödüyorum. 2 €' da bahşiş bırakınca garsonlar çok seviniyor. İtalya' da bahşiş gibi bir adet yok ya da çok az uygulanıyor. Bizde böyle turistik bir yerde aynı menüye 50 TL' den aşağı hesap gelmeyeceğine emin olabilirsiniz.
 
 
Kalenin dışındaki yukarıda sabitlenmiş kocaman kaya ilgimi çekiyor ve altındaki yazıyı okuyorum; "I don' t like a rolling stone" yani sallanan taştan hoşlanmam... Sanırım bu yüzden sabitlemiş o koca kayayı, hoş... Esprili bir yaklaşım...
 
Göl bugün kuzeyden oldukça rüzgar alıyor, ama yine de giren insan sayısı bir hayli fazla. Göl kenarındaki platformdan geri dönerken Garda Gölü bizi bir hayli ıslatıyor. Sirmione çok hoş ve otantik bir yer. Bence o taraflardaysanız görmenizi tavsiye ederim, pişman olmazsınız. Şimdiki turlar bu Verona ve Garda Gölü gezilerini ekstra olarak sunuyorlar, bence alınmasında fayda var.


Plajda kuğulara biraz ekmek atıp Garda Gölüne ve Sirmione' ye veda ediyoruz...
Şimdilik hoşçakal İtalya, tekrar görüşmek üzere... Ciao, ci vediamo...

5 Temmuz 2012 Perşembe

Yunanistan'dan İtalya'ya - 4 (Pisa - Siena - San Gimignano)

Yunanistan'dan İtalya'ya -4 (Pisa - Siena - San Gimignano) 
 




Defalarca İtalya'ya gelmeme rağmen bir türlü denk getirip de ziyaret edemediğim Pisa şehrine girerken içimde eksik bir şeyleri tamamlayacak olmanın mutluluğu var.  Gerçi kısıtlı zaman ve tur programına uymak açısından şehri tam özgür olarak dolaşamıyoruz ama yine de o meşhur kulenin, katedralin ve vaftizhanenin bulunduğu alan bizi büyülüyor. Geniş bir çim alan ve umduğumdan daha da yatık duran güzel bir kule... Kulenin etrafında kuleden önce inşa edilen güzel bir katedral ve yapımı kuleden sonra bitirilen bir vaftizhane var. Tüm bunların bulunduğu alana Mucizeler Meydanı deniyor ama gerçekte adı Piazza del Duomo (Katedral Meydanı)



Kule ile artık özdeşleşmiş klasik kuleyi tutma pozlarımızı veriyoruz. Ama beni asıl eğlendiren kuleyi kadraja almadan tüm bu pozu vermiş insanları fotoğraflamak oldu. Bir sürü insan elleriyle sanki üzerlerine gelen görünmez bir gücü tutmaya çabalıyormuş gibiydi. Pisa eğlenceli bir yer... Çimlerin üzerinde durmak normalde yasak ama kimsenin bu yasağa uyduğu yok çünkü o meşhur pozlar en güzel oradan alınabiliyor. Arada bir İtalyan polisi düdük çala çala herkesi boşaltıyor, çimlerin üzerinde kimse kalmıyor ama çok kısa bir süre sonra çimler bu sefer başka turistler tarafından tekrar aynı şekilde doluyor. Meydanın kenarında boylu boyunca sıralanmış hediyelik eşya satıcılarından ise her zevke uygun ucuz veya pahalı her türlü hediyelik ihtiyacınızı karşılayabilirsiniz. Bu satıcıları da kısa bir süre gezip gerekli hediyelik eşyalarımızı alıyor ve Siena ile San Gimignano'ya gitmek üzere otobüsümüze geçiyoruz.

Klasik Kule Tutma Pozum


SİENA:
Hem kendi ismini, hem de en meşhur meydanındaki at yarışlarının ismini Fiat'ın iki ayrı modeline vermiş olan Siena 250.000 nüfuslu bir şehir, aynı zamanda da ortaçağ kokusunu hala hissedebileceğiniz Toscana bölgesinin UNESCO Kültür mirası listesinde bulunan İtalya'nın en güzel şehirlerinden bir tanesi. Özellikle Piazza del Campo'da her yıl şehrin mahalleleri arasında düzenlenen Palio at yarışları ile meşhur olmuş. Sadece 90 saniye süren bu at yarışı oldukça çekişmeli geçiyor ve binlerce turisti de buraya topluyormuş. Ne yazık ki 2 Temmuz'da düzenlenen bu yarışı iki gün fark ile kaçırıyoruz. Dev kulesi ile Belediye binasını da tüm ihtişamı ile görebileceğiniz Palio at yarışlarının yapıldığı meydanın etrafı yemek yiyip, bir şeyler içebileceğiniz çok sayıda güzel cafe ve restaurant ile dolu. Biz de bunlardan birine oturup birer kadeh şarap içiyoruz. Ben Toscana bölgesinin meşhur Chianti kırmızı şarabını yudumlarken, eşim garsonun yoğun ısrarı ve tavsiyesi ile beyaz Porto şarabı içiyor. Ben de tadına bakıyorum ve her ne kadar beyaz şaraptan hoşlanmasam da garsonun ısrarında haksız olmadığını anlıyoruz.

Siena Belediye Sarayı

Siena'da ara sokaklar

Daha sonra Siena'nın tarih kokan ara sokaklarında dolaşıyoruz. Eşim ve ben İtalya'nın bu dar ve güzel sokaklarında dolaşmayı ve hatta kaybolmayı çok seviyoruz. Siena hakikaten dokusu bozulmamış binalarıyla, dar sokaklarıyla muhteşem bir İtalya kokusunu içimize çekmemizi sağlıyor. Genelde camlarda asılı olan ve her dükkanda set set satılan küçük kokartları görünce her mahallenin ayrı bayrağı olduğunu öğreniyoruz. Siena'lılar buna çok önem veriyorlar. Genelde her birinde ayrı bir hayvan motifi var. Siena bence mutlaka görülmesi gereken bir yer ve eğer tur programınızda ekstra olarak bulunuyorsa bile bence kaçırılmaması gereken bir şehir...

Siena Katedrali ön cephe


SAN GIMIGNANO:
Normalde tur programımızda olmamasına rağmen, gerek Pisa ve Siena yol güzergahımızda olması sebebiyle, gerekse hakkında çok yazı okuduğum için çok görmek istediğimden dolayı ısrarlarıma dayanamayan tur rehberimiz tarafından tur programımıza ilave ettiriyoruz. Çok da iyi oluyor ve herkes çok memnun bir şekilde ayrılıyor San Gimignano'dan...

San Gimignano çok iyi korunmuş bir ortaçağ kasabası. Kökeni Etrükslere dayanıyor. Etrükslerin kökeninin de Türk'lere dayandığı hakkında bir iki duyum var ama ispatlayan her hangi bilimsel bir veri bulamadım. Bu konuyu tarihçilere bırakmak en doğrusu sanırım. San Gimignano için ortaçağın Manhattan'ı denebilir. Çünkü Manhattan'ın dev gökdelenleri gibi San Gimignano'da kuleleri ile meşhur. O zamanlarda bu kuleler gücün ve zenginliğin simgesi olarak yapılıyormuş. Her yeni kule yapan diğerlerinden en yüksek kuleyi yaptığı için zamanla 100'e yakın kule oluşmuş ama günümüze kadar 14 tanesi gelebilmiş.

San Gimignano Kuleler...

Dar sokaklarında ortaçağ kokusu altında epey dolaşıyoruz. San Gimignano'nun çok güzel bir ambiyansı var ve bu yüzden de 1990 yılından bu yana UNESCO Dünya Mirası listesinde. Aşağıya doğru indikçe küçük bir meydanda buluyoruz kendimizi ve camekanında çok iddialı bir şekilde "dünyanın en güzel dondurması" diye yazan "Gelato Artigionale" den birer dondurma alıyoruz. Ve sizi temin ederim ki hakikaten Roma ve Milano da dahil tüm İtalya'da yediğim en güzel dondurmayı yiyorum... Şiddetle tavsiye ederim.


San Gimignano'nun kendine has meşhur bir beyaz şarabı var. Adı "Vernaccia" ... Dar sokaklarda bol bol görebileceğiniz butik şarap mağazalarında hem tadabilir hem de satın alabilirsiniz... Zaten tadına baktıktan sonra beğeneceğinize eminim. Aynı zamanda İtalya'dan şarap almaya niyetiniz varsa bu hakkınızı San Gimignano'da kullanın derim. Bu butik şarap dükkanlarından çok uygun fiyatlara çok kaliteli Toscana şarapları, makarnalar ve peynirler alabilirsiniz.


"Güzel kulelerin San Gimignano'su"... Bir gün tekrar buluşmak üzere...

Ertesi gün Venedik' e doğru yola çıkmak üzere otelimize doğru hareket ediyoruz...

3 Temmuz 2012 Salı

Yunanistan'dan İtalya'ya -3 (Floransa)


Yunanistan'dan İtalya'ya -3 (Floransa) 

Roma'dan Floransa'ya gitmek demek aynı zamanda da Lazio bölgesinden çıkıp Toskana bölgesine girmek demek. Toskana bölgesi verimli toprakları ve bu topraklarda yetişen güzel üzümleri ve bu üzümlerden yapılan güzel şarapları ile ünlü. Rahat bir yolculuk sonrası Floransa'ya varıyoruz. Bir İtalyan ile evli ve İtalya'da yaşayan bir Türk olan yerel rehberimiz Songül Hanım bize hemen kısa bir şehir turu yaptırıyor ve Medici ailesinin Floransa için öneminden bahsediyor.

Medici ailesi burada yaşayan en güçlü ve en zengin aile... Para ticareti, tüccarlık ve ilk bankacılık işlemlerini o tarihlerde bu aile yapıyor ve bir bakıma da sanatçılara verdiği krediler ile (o dönemde adı kredi miydi tabi bilemiyoruz?) Rönesansın gelişmesine dolaylı olarak destek oluyorlar. Çok zengin ve gösterişi seven bir aile oldukları için Floransa'yı yönettikleri 400 yıl boyunca bu kente çok önemli kiliseler, saraylar ve gösterişli yapılar kazandırmışlar. Bu yapıları da dönemin ünlü sanatçılarının heykel ve resimleri ile donatmışlar. Aynı zamanda halka açık ilk kütüphaneyi de Medici ailesi kurmuş.

 

Floransa, içinden geçen Arno nehri etrafına kurulmuş ve İtalya için geçmişte de, günümüzde de önemli bir şehir olmuş. Şehrin merkezindeki en önemli meydanı Piazza della Signoria (Lordlar Meydanı) ve meydanın ortasındaki Neptün çeşmesini gezerken Rönesansın havası sizi başka bir zamana götürüyor. Bu çeşmede Denizler Tanrısı Neptün, atlar ve denizkızlarının heykellerini görebilirsiniz.


Floransa'nın en göze çarpan ve en etkileyici yapısı ise kırmızı kubbeli Dom diye de bilinen Santa Maria del Fiore. Bu yapının bir parçası sanılan ama ayrı bir yapı olan Çan Kulesi (Campanile) ve karşısında bulunan Vaftizhane (Battistero di San Giovanni) ile birlikte en çok ilgi gören yapıların başında geliyor. Vaftizhane'nin kapısı ise Cennetin Kapısı olarak da biliniyor.

Piazza del Signoria'dan Arno Nehrine doğru ilerlediğimizde önce aslı Accademia dell' Arte del Disegno (Tasarım Sanatı Akademisi)'nde sergilenen Michelangelo'nun ünlü Davut heykeli bizi karşılıyor. Sonra ünlü Uffizi sanat galerisini (Galleria degli Uffizi) görürsünüz. Uffizi sanat galerisini maalesef gezemiyoruz çünkü çok önceden randevu ile bilet almamız gerekiyor. Bir daha ki gelişimizde mutlaka bu işi halletmek üzere Arno nehrine doğru ilerliyoruz. Bu arada sağlı sollu bir takım kişilerin heykellerini görüyoruz. Aralarında Galileo Galilei, Dante, Macchiavelli, Amerigo Vespuci, Donatello, Giotto, Magnifico gibi ünlü isimler var. Sonra bu kişilerin hepsinin Uffizi Sanat Galerisinde eserleri bulunan kişiler olduğunu öğreniyoruz. Bir nevi ahd- ı vefa yani...

 
Arno nehrinin kenarına ulaşınca sağ tarafta Floransa'nın en meşhur köprüsü olan Ponte Vecchio'yu bütün ihtişamı ile görebiliyorsunuz. "Ponte Vecchio" kelime anlamı olarak "Eski köprü" demek. Nehrin en dar kısmındaki bu köprü 14. yüzyılda tamamlanmış ve II. Dünya Savaşı sırasında Floransa'nın tüm köprüleri Almanlar tarafından bombalanmasına rağmen bu köprü bombalanmamış. Bu köprünün üzerinde şimdi neredeyse hepsi kuyumcu olan bir sürü dükkan bulunmakta. Üzerinde dolaşması çok keyifli olan bu köprünün bir benzeri de ülkemizde Bursa'da bulunan Irgandı Köprüsü.

 
1966 yılında Arno Nehrinin taşması ile Floransa' da büyük bir sel felaketi yaşanıyor. Aşağıda göreceğiniz fotoğrafta suların ne kadar yükseldiğini gösteren bir tabela konmuş. Bu tabelada "Arno Nehrinin suları buraya kadar ulaştı. 4 Kasım 1966" diye yazıyor. Yüksekliği görebilmeniz için mağazanın üst kısmında kalan bu tabelayı kırmızı ok ile işaretledim...

Güneşin batmasıyla birlikte Michelangelo tepesine çıkıyoruz. Floransa'nın bütün muhteşem yapılarını kuşbakışı izleyebileceğiniz bu tepeye mutlaka çıkmanızı tavsiye ederim. Yürüyerek çıkabileceğiniz gibi Santa Maria Novella tren istasyonunun önünden kalkan 12 numaralı otobüs ile de gidebilirsiniz. Ama bence otobüsle giderseniz bile inerken yaya dönmenizi öneririm.
Floransa gezimizi bitirip otelimize dönüyoruz, yarın Pisa, Siena ve San Gimignano' da olacağız...

1 Temmuz 2012 Pazar

Yunanistan'dan İtalya'ya -2 (Roma - Vatikan)

Yunanistan'dan İtalya'ya -2 (Roma - Vatikan) 
 
İtalya topraklarına ayak basınca tanıdık bir yerlere gelmiş olmanın huzuru kaplıyor içimi... Belki daha önce defalarca gelmiş olmam, belki de dilini biraz konuşabildiğim bir ülke olması beni kendisine çok yakın hissettiriyor. Seviyorum İtalya'yı... Toparlanıp otobüsümüze kavuştuktan sonra Roma'ya doğru yola çıkıyoruz. Bugün 2 Temmuz 2012 Pazar, yani akşam Avrupa şampiyonasının final maçı İspanya ile İtalya arasında oynanacak. İtalyanlar eminim bu gece için çok sabırsızlanıyorlardır. Ve işte Roma... Bütün güzelliği ile karşımızda.

Tahminimde yanılmıyorum ve daha akşamüstü bile olmadığı halde İtalyanlar ellerinde bayrakları ile meydanları doldurmuşlar... İnşallah İtalya kazanır da biz de bu coşkuya ortak olabiliriz diye düşünüyorum ama İspanya çok kuvvetli, zor bir gece olacak İtalyanlar için...



İspanyol Merdivenleri (Piazza Spagnola), Aşk Çeşmesi (Fontana di Trevi), Venedik Meydanı (Piazza Venezia), Sanatçılar Meydanı (Piazza Navona), Pantheon... Mükemmel yapılar, mükemmel heykeller, mükemmel çeşmeler, mükemmel meydanlar... Daha ne diyebilirim ki? İtalya anlatılmaz, yaşanır...Seviyorum bu ülkeyi...
Piazza İtalyanca'da "meydan" anlamına geliyor, okunuşu da "piyatza". Biz de "piyasa yapmak" deyişi herhalde buradan geliyordur diye düşünüyorum. Yani "meydana çıkmak", "kendini göstermek" anlamında... Tıpkı "giacca"nın "ceket" anlamına gelmesi ve "cakka" diye okunması gibi... Yani "caka satmak " olabilir mi? Belki?

Tunus'tan Sicilya'ya göç edenler vasıtası ile olduğunu düşündüğüm okunuşu aynı ama anlamları bazen farklı bazen de aynı olabilen yüzlerce kelime var İtalyanca ile Türkçe'de... Son bir iki örnek daha verip daha fazla uzatmadan gerisini dil bilimcilere bırakacağım; Kiraz= Ciliegia (Çiliecia) sanki Çilek der gibi... Birimiz yanlış meyveye koymuş bu adı ama hangimiz? Fasulye = Fagioli (Facoli) Bu çok benziyor...

Evet, gece İtalyanlar için zor olacak demiştim ve dediğim oluyor. İspanyollar 4 golle İtalyan'ları da devirip 4 yıl sonra tekrar Avrupa şampiyonu oluyorlar. Tam maç bittiği sırada biz de İspanyol meydanındayız ve büyük bir ironiye şahit oluyoruz. İtalya'da ki İspanyol Merdivenlerinde İspanyol gençler İtalya galibiyeti sonrasında zaferlerini İspanyol bayrakları ile kutluyorlar... Biraz sonra onlara İtalyan gençleri de İtalyan bayrakları ile katılıyorlar ve hep birlikte eğleniyorlar... Neden biz de maçlardan sonra böyle sevinip kutlayamıyoruz ve galip geleni onore edemiyoruz anlayamıyorum bir türlü??

 
Gece yarısını geçe otelimize dönüyoruz, üst üste bir gece otobüs ve bir gece de Feribot macerasından sonra otelimizdeki mis gibi yataklar bize çok rahat geliyor ve deliksiz birer uyku çekiyoruz... .... Ertesi gün ekstra tüm gün Napoli ve Pompei turu var ancak çok istememe rağmen Roma'ya daha fazla vakit ayırabilmek ve bu büyülü şehri bir kez daha ailemle doya doya gezebilmek açısından Napoli'yi başka bir İtalya seferine bırakıyorum. Otelimiz şehrin 14 km dışında Aurelio bölgesinde. Kahvaltıdan sonra şehre en kolay ne şekilde ulaşabileceğimizi Resepsiyona soruyorum. Tren istasyonunun çok yakın olduğunu söylüyorlar ve tren saatlerinin yazılı olduğu bir fotokopi veriyorlar. Hakikaten 400-500m mesafedeki istasyondan trenimize binip iki durak sonra iniyoruz. Normalde üç durak sonra insek daha iyi olurdu ama ben Trastevere'yi de gezebilmek amacıyla bunu yapıyorum ve iyi de oluyor.

Yeri gelmişken İtalyan tren sistemleri hakkında bir bilgi vermek istiyorum ki çoğu kişi bunu bilir zaten. Tren biletlerini "Tabaccheria" denilen sigara vs. satılan yerlerden veya "Edicola" denilen gazete bayilerinden istediğiniz kadar alabilirsiniz. Ama bu biletlerinizi trene binmeden önce her istasyonda olan küçük sarı makinelerde onaylatmanız ve geçerli kılmanız gerekir. Bu küçük sarı makineler biletinizin üzerine tarih ve saati basıyor, aynı bilet ile 100 dk farklı hatlarda veya metroda seyahat edebiliyorsunuz. Biletinizi onaylatmazsanız veya biletiniz yoksa 50 € cezayı gözünüzün yaşına bakmadan kesiyorlar ve turist olmanız sizi bu cezadan kurtaramıyor. Eğer Roma' da iki üç gün kalacaksanız Roma Card almanız daha mantıklı. Çünkü bu kart ile bazı müze ve ören yerlerinde indirim de alabiliyorsunuz.

Hava çok sıcak, ama eşim ve kızım bana ayak uyduruyorlar. Roma yürüyerek gezilmesi gereken bir şehir çünkü. Fakat hakikaten çok sıcak. Bence Roma'ya gelmek için en uygun zaman bence kesinlikle Mayıs sonu ve Haziran'ın ilk günleri ile Ağustos sonu-Eylül başı olmalı... Dijital göstergeler şu anda 39 dereceyi gösteriyor.

Bütün bir gün boyunca sindire sindire neredeyse tüm Roma'yı yürüyerek dolaşıyoruz. Roma Forumu, Palatino ve Colosseo için hepsinde geçerli tek bir bilet alıyorsunuz. (12 €). Bütün gün Roma'yı gezdikten sonra akşam Piazza Navona'da başlangıç olarak domatesli bruschetta, ben ve kızım birer pizza, eşim dev bir tavuklu salata, ½ lt ev yapımı şarap (vino di casa), tiramisu ve espresso' dan oluşan akşam yemeğimizi yiyoruz. Son derece güzel bir restoran olmasına rağmen fiyatlar çok makul geldi bana. Pizzalar 9 ve 11 €, Tavuklu salata 8 €, bruschetta 5 €, şarap 4 €, tiramisu 5 € ve espressolar 3 € idi.

Yemekten sonra faytonla biraz Roma'da gezmek istiyoruz ama faytoncunun istediği 200 € bize oldukça fazla geliyor ve vazgeçip bir taksi ile otelimize dönüyoruz. İyice yorulduğumuz için duştan sonra otelin barında eşimle planladığımız birer kadeh şarap içme fikrini de hayata geçirmeden yatma fikri daha cazip geliyor. ... Bugünkü programda Vatikan var...Vatikan' ı ilk ziyaret ettiğim zaman özellikle Saint Pietro Basilica'sı beni çok etkilemişti. Belki o zaman tam turizm mevsimi olmaması nedeniyle çok fazla insan olmamasından dolayı o sessizliği ve ambiyansı daha fazla hissedebilmiştim. Bu sefer çok fazla turist ve yoğun kalabalık var. Ama yine de bence muhteşem bir yapı. Bence herkesin mutlaka görmesi gerekiyor. Hıristiyanlığın en büyük kilisesi olan bu binanın, mermer sütunların ve eserlerin güzelliğini kalabalık kitleler olmadan daha iyi görebilmeniz amacıyla ilk Vatikan ziyaretimden de resimler koyuyorum...

Vatikan'da kalabalıktan çok fazla etkilenmemek için sabah çok erken otelden ayrılıyoruz. Saat 08:00 gibi Vatikan'dayız. Ama daha otobüsten inmeden Vatikan Müzesinin kuyruğu gözümüzü korkutuyor açıkçası... Neyse ki biz müzeyi gezmeyeceğiz. Ama otobüsümüzden inip Vatikan'ın bahçesine girince o muhteşem kuyrukla tekrar karşılaşıyoruz. Saint Pietro Basilica'sının kapısından girmek için Vatikan'ın yuvarlak meydanında neredeyse tam tur kuyruk var. Neyse ki çok beklemiyoruz. Hızla ilerleyip 20 dakikada kapıya varıyoruz. 

Saint Pietro Basilica'sına girişlerde özellikle kıyafet konusunda çok hassaslar, erkekler dahi capri tipi uzun bermuda şort ile giremiyorlar. Kısa kollu t-shirt'e izin var ama kadınlar için askılı t-shirtleri içeri almıyorlar. Yanınızda bir şal vs bulundurmanızda fayda var.

Basilica di Saint Pietro (veya Aziz Petrus Basilikası) için dünyanın en büyük kilisesi demiştim, 23.000m² arazi üzerine kurulmuş olup 60.000 kişi kapasitesi olan gerçekten çok büyük ve etkileyici bir katedral. Korumasını İsviçre' li muhafızların yaptığı Vatikan Şehrinde bulunan Hıristiyanlığın en önemli eserlerinden biri olan Basilica di Saint Pietro kubbesi ile Roma'nın siluetindeki en önemli parçalardan biri. Vatikan şehrinde Basilica'dan çıktığınız da sağ tarafta İsviçreli Muhafızların fotoğrafını çekebilir ve yine buradaki küçük bir dükkandan hediyelik eşyalar alıp, sevdiklerinize Vatikan Postanesi aracılığı ile kart gönderebilirsiniz.

Vatikan'ı da anılarımıza ve fotoğraf makinelerimize kaydedip Rönesans' ın başkenti Floransa'ya ya da İtalyanların deyişiyle Firenze' ye doğru yola çıkıyoruz...

Görüşmek üzere...