Sayfalar

29 Ağustos 2017 Salı

Cennetten bir köşe... SAMOS

 29-31/Ağustos/2017



2016 yılının aynı tarihlerinde Sakız Adasında olduğumuzu hatırlatıyor Facebook anıları. Tam bir sene sonra ise bu sefer başka bir Yunan adasındayız; Samos... Onlar ise Sisam diyorlar...

Elbette yine Yunan mezeleri, ahtapot, kalamar, barbun ve tabi ki Uzo... Burnumuzda tütmeye başlamış yeniden. Muhteşem denizi ve tertemiz plajları da yabana atmayalım. Kurban bayramı öncesinde 2 gün Sığacık ve 3 gün de Samos olarak planlarımı yapmış, otel, feribot, konaklama hepsini bir çırpıda halletmiştim.  

Türkiye'den Samos'a gitmek için bir çok feribot alternatifi var. Biz Kuşadası'ndan  Meander (tatillimanı) firması ile Vathy' ye (Samos Town) geçmeyi tercih ediyoruz. 

İnternette arama yaptığınızda (https://www.tatillimani.com) sitesinden biletlerinizi alabiliyorsunuz.

Ayrıca Ertürk lines (https://www.erturk.com.tr) ve Turyol firmaları (http://www.turyolonline.com) Samos'a feribot seferleri düzenliyor. Yalnız Meander ile Ertürk lines Kuşadası'ndan Vathy (adanın kuzeyinde) veya Pythagorion (adanın güneyinde) şehirlerine sefer düzenlerken Turyol firması Sığacık'tan (Seferihisar) Karlovasi (adanın kuzeybatısında) şehrine sefer düzenliyor. Kalacak yerinize göre bunlardan birini seçebilirsiniz.

İki gün önceden gidiyorum feribot telaşı olmasın diye. Hem şimdiye kadar hiç görmediğimiz Sığacık'ı görmek için de bir fırsat yaratıyorum böylece. Sığacık'ta çok güzel iki gün geçirdikten sonra, Kuşadası'ndan Samos'a geçmek üzere tüm hazırlıklarımızı tamamlıyoruz. Feribot saat 09:00'da ancak internet üzerinden biletinizi almış olsanız da mutlaka seferden bir saat önce Meander ofisinden (hemen Kuşadası Port'un karşısı) check-in yaptırmanız gerekiyor. 08:30 gibi kısa bir kuyruk sonrasında hızlıca biletlerimizi alıp limana geçiyoruz. Bu sırada bavullarla beklemenize gerek yok eğer birden fazla kişiyseniz, bir kişi herkesin pasaportunu alıp tüm işlemleri yaptırabilir. Diğerleri bavulları alıp limana geçebilir. Esas sırayı burada bekliyorsunuz. Pasaport çıkış biraz zaman alabiliyor. Eğer SGK'lı çalışansanız e-devletten alacağınız 4A Hizmet dökümünü emekli iseniz de yine e-devletten alacağınız belgenizi yanınızda bulundurmanızda fayda var. OHAL gereği devlet memuru olmadığınızı bu şekilde belirtmeniz gerekiyor.

Neyse bu kısa bilgiler sonrasında yazımıza dönelim. Tabi ki feribot 09:00'da kalkamıyor. Tüm check-in yaptırmış yolcuların pasaport çıkış işlemlerinin bitmesi ve feribotumuzun motor çalıştırması 10:15'i buluyor. Burada şunu belirtmeden geçemeyeceğim, yolculuk süresi ve Yunan pasaport girişini de hesaba kattığınızda adaya ayak basmanız 12:00'yi bulabilir. Eğer günü birlik adaya geçiyorsanız dönüş feribotunuz 17:00'de ve bu feribot için de 16:00'da limanda olacağınızı düşünürseniz, 4 saatte hiçbir anlamı olmayan bir gezi yapmış olacaksınız. Liman ve çevresinde de (yani Vathy şehrinde) aman aman bir şey yok, böylece sadece Vathy'de bir kordon turu, kahve, dondurma için bunlara katlanmış olacaksınız, dönünce de "amaaan Samos'ta bir şey yokmuş zaten" diyeceksiniz. Bu yüzden tavsiyem günü birlik Samos gezisi çok akıl karı bir iş değil.




Pasaport kontrolünden sonra limana ayak basıyoruz. Araba için önceden rezervasyon yaptırmış olduğum şirketin ofisi limandan çıkınca 250-300 metre solda. Adaya aykırı bir şekilde çabucak işlemlerimiz halloluyor ve arabamızı teslim alıp bavulumuzu bırakmak üzere yine çok yakındaki otelimizi buluyoruz. Otel sahibimiz Tassos çok genç ve yardımsever biri. Hatta aracımız için benzin almak gerektiğini en yakın benzin istasyonunun nerede olduğunu sorunca "ben hemen motorla alıp gelirim siz yorulmayın..." diyecek kadar ilgili ve yardımsever. Odamız deniz manzaralı, keyifli bir oda... Hemen eşyaları bırakıp harita üzerinde Tassos'un işaretlediği yerlere göre kafamda üç günlük planı yapıp kendimizi Samos sokaklarına bırakıyoruz.


Denizin rengi bir harika...

Genelde Yunan adalarında kiraladığım araçlar ile bir sıkıntı yaşamamıştık ama bu sefer Hyundai Accent marka araç biraz eski ve hor kullanılmış geldi şansımıza. Çevirirken direksiyonundan eski İstanbul dolmuşları gibi ses bile çıkıyordu. Yine de keyfimizi kaçırmadı bu durum ve önce muhteşem denizin tadını çıkartmak için adanın güneyine doğru iniyoruz. Bugün hava poyraz, kuzeyden esen sert rüzgar adanın kuzeyinde yani Kokkari bölgesinde dalgalarla denize girmeyi imkansız hale getiriyor. Bu yüzden otel sahibimiz Tassos'un önerisi ile Psili Ammos' a gidiyoruz. Arabayı neredeyse denizin kenarına kadar çekerek muhteşem bir denize girmek için hazırlanıyoruz. Sahilde zeytin ağaçları ve şezlonglar var ama bir kişi bile yok bizden başka. Neden, niçin diye düşünmeden hemen kendimizi turkuaz rengi sulara bırakıyoruz. Bu kadar güzel ve keyifli bir denizi Datça'dan başka yerde gördüğümü hatırlamıyorum. Keyfini iyice çıkartıyoruz. Sonra arkamızda kalan tesiste içecek bir şeyler bulabilir miyiz diye bakınıyorum ama hala kimse yok. Saat üçü geçiyor ve önce bir kadın geliyor şezlonglara sonra bir de çift. Neyse en azından yaşam var bir şekilde. Yolun öteki tarafına geçiyorum ve havuzlu bir otel görüyorum, bizim denize girdiğimiz alandaki şezlonglar da sanırım bu otele ait. Bir sürü İtalyan var etrafta, sanırım İtalyan tatil köyü gibi bir yer burası. Bara geçip bir bira ve kahve sipariş ediyorum. Kahve 1, bira 1.50 euro. 

Evet tahmin ettiğim gibi İtalyan Tatil Köyü burası, barda animatör bir arkadaşla unutmadığım kadarıyla İtalyanca konuşuyoruz biraz, Türkiye'yi çok sevdiğini, altı ay kadar yaşadığını ve bir Türk sevgilisi dahi olduğunu anlatıyor. Bu sene tekrar geleceğini ve Kapadokya'yı görmek istediğini söylüyor. İçeceklerimi alıp vedalaşıyoruz ve mutlaka Kapadokya'yı görmesi gerektiğini, dünyada başka hiçbir yerde böyle bir yer göremeyeceğini söylüyorum. Bir turist bir turisttir. Hele bu dönemde...

Tekrar sahile dönüyorum, eşim kahvesini ben de biramı bitirdikten sonra giyinip arabamıza atlıyoruz. 

İstikamet Pythagorion...

Pythagorion Pisagor'un doğduğu yer. Adı'da oradan geliyor zaten. M.Ö 588 tarihinde bu adada doğan Pisagor, M.Ö 529 tarihinde Güney İtalya'nın zengin liman şehirlerinden biri olan Crotona'ya göç etmiştir. Bu tarihlerde burada zengin ve soylu gençleri etrafında toplayarak bir okul kurmuş ve "dinleyiciler" ve "matematikçiler" olarak sınıflandırdığı kademeli bir sistemle Babil ve Mısır kahinlerinden almış olduğu 34 yıllık eğitimlerin sonucunda oluşan öğretilerini öğrencilerine aktarıyordu. Hatta Kopernik'in, dünyanın yuvarlak olduğunu, bir ateş kümesi çevresinde sürekli olarak döndüğünü ileri süren görüşünün de bu okuldaki felsefi tartışmaların sonucunda ortaya çıkmış olduğu kabul edilir. 

Ve tabi ki ünlü Pisagor Teoremi; 

c2 = a2 + b2

"Hipotenüsün karesi dik kenarların karesinin toplamına eşittir."

Matematiğin kutsallığına inanmıştı. Çıkan bir ayaklanmada okulunun kapatıldığı ve M.Ö 500 yılında öldürüldüğü tahmin ediliyor.   

Pythagorion'da Pisagor'un anısına bir heykeli bulunmakta. Fotoğrafını çekmemek olmazdı elbette, büyük ustanın anısına...

      Pisagor...

Pythagorion mükemmel bir liman kenti. Çok beğeniyoruz. Kıyıda restoranlar, kafeler... Mutlu insanlar, sahile bağlı tekneler, günlük tur tekneleri, harika bir görüntü var. Ayrıca sahilden içerilere doğru giren ara sokakları muhteşem. Bir kafeye oturup hem denizi, hem gelen geçeni seyredip, buz gibi birer Mythos birası içiyoruz. Bu arada bir tur teknesi yanaşıyor, hoparlöründen Zorba filminin müziği ile. Yolcular keyifli, müzik eşliğinde tekneden iniyorlar. 

Adaya gelip de meşhur Pisagor Bardağı (Pisagor Adalet Kupası) almadan dönmeyin. Adanın her yerinde hediyelik eşya satan dükkanlarda mutlaka bulabilirsiniz. Ben buradan almayı tercih ediyorum. Pisagor'un tasarladığı bu kupanın özelliği herkese eşit miktarda içki içmeyi sağlaması, uyanıklık edip de kendi bardağınıza herkesten fazla doldurmaya başladığınız anda sınırı geçince bardaktaki tüm içki altındaki delikten boşalıp gidiyor. 

Bir çeşit "Aza kanaat etmeyen, çoğu bulamaz..." dersi gibi. Ya da "Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olma..." misali gibi.

Yani aslında "Hayatın sundukları bilmeyen insanlar, daha fazlasını arzuladıklarında ellerindekini de kaybederler..."
mesajını vermiş Pisagor bu Adalet Kupası ile tabi anlayana...



Pisagor Adalet Kupası...




Benim için bir Yunan adası klasiği... (Bu da benim adalet kupam)


 Manzaramız harika...



Tavernalar akşam için hazır...




Biraz sokak aralarında dolaşmaya başlıyoruz. Keyif veriyor bize bu sokaklar. Evinin önünde balık ağlarını onaran yaşlı amcaya birlikte fotoğraf çektirip çektiremeyeceğimizi soruyorum. Şaka yollu kırık İngilizcesiyle "paparazzi değilseniz, izin veririm" diyor. Adı Nikos'muş, fotoğrafımızı çekip, kolay gelsin dileklerimizle ayrılıyoruz yanından...



 Nikos ile aramız iyi...



 Sokak aralarında estetik detaylar...


Pythagorion Limanı...

Artık akşam olmak üzere, burayı o kadar beğeniyoruz ki akşam yemeğini burada yemeye karar veriyoruz. Sıra sıra restoranların hepsi birbirinden çekici. İştah açıcı kokular mutfaklardan yükselmeye başlamış. Şimdi adını hatırlayamadığım bir tanesine oturuyoruz. Tassos Elia restoranı önermişti ama bu restoranı daha samimi buluyorum. Garsonun sıcak ilgisi belki de bizi buraya çekiyor. Hemen ön masalardan birine alıyor bizi garsonumuz. Siparişlerimizi vermeden önce hemen bir yirmilik Uzo söylüyorum. Ama suyu da Uzo bardağında içmek istediğimi anlamıyor bir türlü,  su için normal su bardağı getiriyor. Neden sonra anlaşıyoruz, ama hala kafasında neden diye bir soru işareti olduğuna eminim... 



Su bardağı için çok mücadele ettim...

Sonra cacıki, fava, ızgara peynir, köz patlıcan gibi klasik mezelerimiz geliyor. Ve tabi ki peynirli Grek salat... Keyifli bir sofra oluyor. Artık güneş batmış, herkes yavaş yavaş restoranlara yerleşmiş, konuşmalar, kahkahalar çatal bıçak seslerine karışıyor. 



Masamız keyifli... 

Kalamar, karides, sardalya derken inanılmaz doyuyoruz. Ancak hala tabaklarımızda bir şeyler var. Masamızın küçük misafirleri bu gece epeyce sebepleniyorlar bizden...


Küçük misafirlerimiz memnun...

 Gece manzara daha da mükemmel oluyor... 

Kahvelerimizi yudumlarken manzaranın keyfine doyum olmuyor gerçekten. Pythagorion gerçekten çok güzel bir yer, çok beğeniyoruz. Kalbimiz biraz burada kalıyor. Artık otelimize dönme vakti geliyor...

* * *

Ertesi gün kahvaltımızı ederken Tassos'un annesi ile tanışıyoruz. Tassos reçelleri annesinin yaptığını söylüyor. Bir reçel canavarı olan eşim zaten çok beğenmişti hepsini. Teşekkür ediyoruz. Kadıncağız çok seviniyor, gidip mutfaktan bize bahçeden kendisi için topladığı biberlerden ve domateslerden getirip ikram ediyor. "Organik bunlar, benim bahçemden" diyerek. Son derece samimi bir yapısı var. Tassos hikayelerini anlatıyor bize. Annesi ile babası uzun yıllar önce ceplerinde tek kuruş olmadan Avusturya'ya çalışmaya gitmişler ve uzun yıllar çalışıp para kazandıktan sonra baba toprağı olan Samos'a geri dönüp bu oteli inşa edip çalıştırmaya başlamışlar. Tassos biraz modernize etmiş tabi büyüyüp işin başına geçince. Her şeyi özenle ve el birliği ile yapmışlar ailecek. Odaların perdelerini Ayvalık'tan aldığını söylüyor Tassos mesela, daha ucuz ve daha kaliteli olduğu için.  

Kahvaltı sonrası arabamıza atlayıp bu sefer adanın doğusunun en kuzeyinde bulunan "Livadaki Beach" e gideceğiz. Vathy'de yani Samos merkezde kaldığımız için Livadaki Beach bize çok yakın. Ana yoldan Livadaki Beach tabelasını takip ederek 15 - 20 dakika süren bir bozuk yol deneyimi ile muhteşem bir koya ulaşıyorsunuz. İlk defa gidenler için bu yol gerçekten doğru yol mu endişesini gidermek amacıyla neşeli tabelalar koymuşlar ara ara...




Tabelalar doğru yolda olduğumuzu gösteriyor...




Livadaki Beach...

Küçük bir tesis var bir şeyler yiyip içebileceğiniz. Sahilde de modern şezlonglar ve şemsiyeler... Ancak bugün de rüzgar kuzeyden esiyor hala dünkü gibi. Bu yüzden bu muhteşem koyun denizi dalgalı. Çok istememe rağmen üşeniyorum bu dalgalı denize girmeye ve bir daha ki sefere inşallah deyip buradan ayrılıyoruz.  

Şimdi kuzeyden adanın batısına doğru gideceğiz. Hedefimiz önce Kokkari, sonra Karlovasi'yi görmek. Dönüşte de akşam güneşi adanın tam ortasında ve en yüksek yerinde kurulmuş yerleşim yeri olan Manolates'te batırmak ve manzaranın en güzelini yakalamak.

Livadaki' den Kokkari bozuk yolda geçen 15 dakika dahil toplam 40 dakika sürüyor. Denizin kıyısından keyifli bir yolculuk sonrasında Kokkari'ye ulaşıyoruz. Hava hala poyraz, kuzeyden esen rüzgar adanın kuzeyinde denizi epey coşturmuş durumda. Arabamızı park edip Kokkari sokaklarında biraz dolaşıyoruz. Kokkari'de ana cadde zaten sahildeki binaların arkasından geçiyor. Bu binaların çoğu da zaten kafe ve restoran olarak işletildiğinden caddeye bakan kapısından girip denize açılan kapısından sahile çıkabiliyorsunuz. Caddenin diğer tarafındaki binalar ise genelde motel ve pansiyon olarak kullanılıyor.   





Denizin rengi tek kelime ile muhteşem. Ancak burası bugün tam kuzeyden esen rüzgarı aldığı için çok fazla dalga var. Sahilde güneşlenen insanlar arasında hiç denize giren yok doğal olarak...




Denizin rengi muhteşem ama çok fazla dalga var...


 

Kahve molası ve biraz güneşleniyoruz...





Sahile paralel ana cadde...

Kahvemizi içip biraz güneş altında D vitamini ihtiyacımızı giderdikten sonra Karlovasi'ye doğru yola çıkıyoruz. Yol üzerinde rastladığımız Tsamadou Beach her ne kadar yukarıdan mükemmel gözükse de aşağı inmek içimizden gelmiyor. :) Çünkü gerek daha önce okuduğum bloglardaki yorumlar gerekse otel sahibimiz Tassos'un uyarıları buranın bir çıplaklar kampı kadar rahat bir yer olduğu konusunda birleşiyordu. Sadece denizin güzel görüntüsünü fotoğraflamak için bir süre duruyoruz. Gerçekten de yukarıdan görüldüğü kadarıyla bile güneşlenenlerin çok rahat olduğu bir yer olduğunu söyleyebilirim. Meraklılarına bu bilgiyi de vermiş olalım...  



Tsamadou Çıplaklar Kampı...

Yolumuza devam ediyoruz. Vourliotes tabelası haritamızda işaretlemiş olduğumuz görmemiz gereken yerlerden biri, ana yoldan ayrılıp yukarı doğru çıkmaya başlıyoruz. Vourliotes, Manolates ile birlikte Samos'un en güzel dağ köylerinden biri. 




Bir müddet kıvrımlı yolda ilerliyoruz, rakım yükseliyor ama çok kısa süre sonra da köy girişine ulaşıyoruz. Arabamızı park edip meydana doğru ilerlemeye başlıyoruz. Meydana çıkan köşelerden birine küçük bir tezgah açmış olan yaşlı amcamız biz kavun satmaya çalışıyor. O kadar iddialı ki "hayatınızda yiyeceğiniz en tatlı kavun bu" diye İngilizce pazarlama bile yapıyor. Dönüşte alırız falan deyip kurtarıyoruz kendimizi... 

Vourliotes girişinde güzel tabelalar... 

Meydana çıkan daracık sokakların aralarından geçtiği evler rengarenk boyanmış ve mutlaka bir şekilde çiçeklendirilmiş. Sardunyalar, ortancalar, asma ağaçları bu renkli evler ile birlikte çok güzel bir ortam yaratıyor.  





 


Vourliotes meydanı...



Saksıları bile boyamışlar...

Meydana ulaştığımızda nedense içimizi bir huzur kaplıyor. Sessizliği sadece kuşların cıvıltıları bozuyor. Ayrıca meydan tamamen ağaç altı olduğu için gölge ve serin. Tüm meydanda masalar var, turistlerin kimi bir şeyler içiyor, kimi yemek yiyor, kimi de kitap okuyor. Küçük bir kedi de fırsattan istifade bu huzur ortamında kendini bir sandalyenin yumuşaklığına iliştirmiş şekerleme yapıyor. 



En tatlı uyku... 

  
Bu keyifli ortamda ben bir kadeh kırmızı ev şarabı, eşim de bir sade kahve söylüyor. Biraz soluklanıyoruz. Sessizliğin keyfini çıkartıyoruz. Derken bu ortama yanlarında bir erkek bir de kız çocuğu bulunan üç çift geliyor. Masalara oturmaları ile birlikte bağıra çağıra konuşmaları, anlamsız şakalaşmaları, itici davranışları ile etraftaki bu sessizliği ve huzuru bozduklarından zerre kadar haberleri olmayan, olsa da umursamayan bu arkadaşlar ne yazık ki vatandaşımız. Herkesin aynı anda konuştuğu, konuşanların birbirini dinlemediği, konuşanın sesini duyuramadığı için daha çok bağırdığı saçma sapan bir ortam oluşuyor. Sadece biz değil az önce ortamda huzur içinde bulunan herkes rahatsız oluyor ama ne yazık ki bu arkadaşlarımızın umuru bile olmuyor. Üzülüyorum ama yapacak bir şey yok ne yazık ki. İyice soğudum için hesabı ödeyip kalkıyoruz. 

Vourliotes kendi halinde bir köy ama turizmi keşfetmişler, herkes kendi çapında bir güzellik katmış ve herkes kendi halinde yaşayıp gidiyorlar. Görmekte fayda var, anayoldan çok uzak değil. Belki meydanda bir kahve içersiniz sadece ama uğrayın bence. Biz akşam yemeğini rakım olarak Vourliotes'ten daha da yukarıda olan Manolates köyünde yemek istiyoruz. Çünkü hem buraya göre daha turistik bir yer ve manzarasının inanılmaz olduğu söyleniyor. Özellikle güneş batarken. Bu yüzden arabamıza atlayıp Karlovasi'ye kadar gideceğiz orayı biraz dolaştıktan sonra tekrar geri dönüp günü Manolates'te batıracağız akşam yemeği eşliğinde. Otel sahibimiz Manolates'in en tepesinde "Lukas" adlı ev şarapları yapan bir aile restoranını tavsiye etti. Daha önce Samos'a gelen işyerinden bir arkadaşım da aynı yeri tavsiye etmişti. Bu yüzden kafamda akşam yemeği için yerimiz hazır. Karlovasi'ye doğru yola koyuluyoruz şimdi...

Karlovasi, Seferihisar'dan feribot seferlerinin yapıldığı liman kenti. Ancak limanı çok sessiz geldi bana, çok ıssızdı. Sanırım feribot geliş ve gidiş saatlerinde biraz hareketli oluyordur diye düşünüyorum. Karlovasi'nin beş ayrı bölgesi var. Eski (Paleo) Karlovasi ilk yerleşim yeri, yüksekte olmasından dolayı olası saldırılardan korunmak üzere oluşturulmuş ilk yerleşim yeriymiş. Bunu Orta Karlovasi (Meseo), Yeni Karlovasi (Neo), 1871 yılında inşa edilen Limani ve son olarak da Ormos Karlovasi bölgesi. Liman bölgesini batıya doğru biraz geçtikten sonra Karlovasi'nin meşhur plajı Potami'ye ulaşabiliyorsunuz. Liman bölgesinden Neo Karlovasi bölgesine geçiyoruz. 





Canımız dondurma çekiyor, nispeten hareketli bir bölgede bir dondurmacı buluyoruz. Böylece dondurmamızı yerken hem biraz Neo Karlovasi'yi geziyoruz hem de biraz serinlemiş oluyoruz. 


Karlovasi'den...




Sanat, estetik ve mitoloji...

Açıkçası çok fazla beğenmiyorum Karlovasi'yi. Çok fazla bir güzelliğini de göremiyorum. Belki ben kaçırmışımdır ya da bana öyle gelmiştir ama şimdilik fikrim bu.  Akşam üstü oluyor artık, Manolates'e doğru yola koyuluyoruz. Gün batımına kalmadan orayı da iyice bir dolaşmak istiyorum. Tekrar Vathy istikametine doğuya doğru dönüyoruz. Manolates tabelasını görünce adanın tam kuzey noktasından güneye, adanın ortasına doğru yol ayrımından çıkıyoruz. Biraz dar ve virajlı bir yoldan ilerleyerek yükselmeye başlıyoruz. Girişte büyükçe ücretsiz bir otopark var. Aracımızı oraya bırakıp biraz yürüyerek Manolates'in dar sokaklarına atıyoruz kendimizi. Yukarıdan manzara gerçekten harika gözüküyor. 


Manolates manzarası müthiş...



Otoparkın hemen çıkışında bulunan Manolates tabelasında köyün önemli yerlerini gösteren küçük bir bilgilendirme haritasını görebilirsiniz. Bu tabelanın hemen yanında da otel sahibimiz Tassos'un tavsiye ettiği "Lukas" restoranın reklam tabelası bulunuyor. 



Karagöz perdesi müzesi...


Dar sokaklardan yürüye yürüye yukarı doğru çıkıyoruz. Her köşe ayrı güzellikte. Köyü çok güzel muhafaza etmişler, her evde ya hediyelik bir şeyler satılıyor ya da kafe veya restoran olarak hizmet veriyor. Bence turizmin hakkını veriyorlar. Çünkü daracık sokaklar gerçekten kalabalık, restoranlar dolu... Sol tarafta güzel bir dükkan görüyorum, tam içeri girecekken yukarıdaki tabela dikkatimi çekiyor. Hem Yunanca hem de yarı Türkçe yarı İngilizce "Karagöz Perdesi Müzesi" yazıyor. Tam içeri girerken "Hah artık bunu da kaptırdık iyice herhalde!..." diye düşünüyorum.  Biz değerlerimize sahip çıkmadıkça, çıkamadıkça ne yazık ki özellikle yıllarca aynı kültürü paylaştığımız yakın komşularımız arasında bunların değerlerini bilenler çıkıyor. Çoğu kişi hatırlamaz ama 2015 Atina olimpiyatlarının açılış seramonisinde bile Yunan kültürünü yansıtan öğeler arasında Karagiosiz ile Hacivatis'te  yer almıştı. Biz ne yazık ki arap kültürünü kendi kültürümüz olarak benimsemeye (ya da benimsetilmeye) başladıkça kendi zengin kültürümüz elimizin avucumuzun içinden kayıp gitmekte. Hacivat - Karagöz 14. yüzyıldan beri Türk kültüründe yer almakta iken bu oyun Yunanistan'da sadece 160 yıldır sahneleniyormuş. Rivayete göre İstanbul'dan Pire'ye giden bir Rum işsiz kalınca perde kurup Karagöz oynatmaya başlıyor. Bu şekilde Yunanlar Hacivat - Karagöz ile tanışıyor. 
Sahip çıkmak lazım değerlerimize...



Bu tezgahın sahibi de bu tırmık...

Sokaklarda dolaşmaya devam ediyoruz. Her yer ayrı bir güzel. Dolaşa dolaşa yukarı doğru çıkıyoruz. Tassos'un tarifine göre Lukas su deposunu geçtikten sonra en tepede yer alıyormuş. Zaten bir süre sonra Lukas tabelaları yön gösterir bir şekilde yer alıyor. En son artık evler de bitince yere boyalarla yazılmış yönlendirmeleri takip etmek zorundasınız. Neyse en tepeye gelince çok keyifli bir teras alanına yerleştirilmiş 5-6 masa ve küçük bir yapı ile karşılaşıyoruz. Henüz müşteri olarak kimse yok. Ama manzara gerçekten harika. Kapıdaki sandalyede işletmenin sahibi olduklarını düşündüğüm bir genç kız ve orta yaşlı bir kadın oturmakta. Kadın bir şeyler ayıklıyor. "Rezervasyonumuz yok ama oturabilir miyiz?" diye soruyorum. Hiç cevap vermiyorlar, sanırım anlamıyorlar...
Biraz oturuyoruz ama ne yanımıza gelen var, ne de bir ilgi gösteren. Bu gibi durumlar benim canımı çok sıkar. Akademik bir bekleme sürem vardır. Prensip olarak, herhangi bir restoranda bu bekleme süresi içerisinde bir hoş geldin denmemişse veya benimle herhangi bir görsel temas kurulmamışsa bulunduğum yer ne kadar güzel olursa olsun orayı terk ederim. Bu süre yurt dışı için elbette biraz daha uzundur ama burada ne yazık ki uzun bir süre hiç kimse yanımıza uğramadığı için, manzara ne kadar güzel olursa olsun, mekanı terk ediyoruz. Köyün içerisinde insanların neşeli sohbetler eşliğinde yemek yediği küçük bir alan vardı. Oraya dönüyoruz. Çok da iyi ediyoruz. Mükemmel bir ilgi ve lezzetli mezeler ile birlikte yarım litre kırmızı ev şarabı keyfimi yeniden yerine getiriyor.

Eğer Samos'a geldiyseniz Manolates'i mutlaka görün derim, asla pişman olmayacaksınız.







Lukas'a niyet Kalisti'ye kısmet akşam yemeğimiz...

Kahvelerimizi de içtikten sonra dönüş zamanı geliyor. Artık iyice kararmış olan havada farlarımız karanlığı aydınlatıyor... İyice yorulmuşuz, otelimize dönüp dinlenmek istiyoruz...


* * * 

Sabah penceremizden giren gün ışığı ile uyanıyoruz dinç bir şekilde. Bugün artık Samos'taki son günümüz. Kahvaltımızı ettikten sonra biraz Tassos'un köpeği ile oynuyoruz, sonra hesabımızı da ödeyip belki tekrar görüşmek umuduyla vedalaşıyoruz. Tassos'un annesi eşime sımsıkı sarılıyor, sanki yıllardır tanışıyormuşuz gibi. Yılların getirmiş olduğu aynı kültür ile yoğurulmuş olmanın bir yansıması bence bu, politikacılar ne derse desin...


Sabah neşemiz...


Feribotumuz öğleden sonra olduğu için bir yarım günümüz daha var Samos'da... Bunu değerlendirmek için de Samos'un Şarap Müzesine gidiyoruz. Şarap müzesi Vathy limanının tam karşısına düşüyor, yani koyun liman tarafının aksine doğru gitmeniz gerekiyor. Çok yakın, otelden çıktıktan 10 sonra oradayız. Şarap tadımı için biraz erken olacak ama artık görev icabı katlanacağız. Midilli adasında da Plomari'de Uzo fabrikasını gezdiğimizde saat 11:00 civarıydı. Hayatımda ilk kez öğleden önce alkol ile orada tanışmıştım. Şimdi çıta daha da yükseliyor. Neyse alkol dostunuz değildir diyerek konuyu tatlıya bağlayalım. Televizyonlarda bazı tehlikeli sahnelerde alt yazı geçerler ya  "Evde denemeyin!..." diye. Ben de alt yazımı buraya aynı şekilde koyuyorum;

 "Evde denemeyin!..." 

Müzeye girdiğimizde bir kız bir erkek iki tane genç karşılıyor. Müze ücretini ödüyoruz. Tam hatırlayamadım şimdi ama 2-3 euro idi giriş sanırım, isterseniz tadım yapmayabilirsiniz, o zaman biraz daha düşüyor ücret.Aynı zamanda satış da yapılan bir dükkan var girişte. Görevli kız bizi tadım yapılacak dev fıçıların olduğu bölgeye götürüyor, önce Samos'daki bağcılık ve şarap kültürü hakkında, sonra da Samos şarapları hakkında bilgilendiriyor. Daha sonra müzeyi geziyoruz ve turumuz bitince tekrar aynı yere dönüp bu sefer tadıma başlıyoruz. Her biri için ayrı kadehlerde tadımlarımızı tamamlıyoruz. En sonunda da beğendiğimiz bir beyaz, bir de kırmızı şarabı satın almak üzere satış noktasına geçiyoruz.  


Samos Şarap Müzesi...


        

Şarap mahzeni ve tadım odasındaki dev fıçılar...



Yıllar öncesinin örnek şişeleri...



Üzüm ezme kazanları...



Serin şarap mahzeni...



Yıllar öncesinden...




Eski fotoğraflar ve o yılların ekipmanları...


Artık Samos'dan ayrılma zamanımız yaklaşıyor. Aracımızı teslim edip kordondaki kafelerde biraz zaman geçiriyoruz. Egenin karşı kıyısında tüm görkemiyle bizi karşılamaya hazır vatanımıza dönmek üzere feribotumuza biniyoruz.

Cennetten bir köşe demiştim yazımın başlığına, belki bazıları için iddialı gelebilir ama biz çok sevdik Samos'u. Hatta önümüzdeki yıl burada bir hafta on günlük bir deniz tatilini düşünmeye başladık bile. Feribotumuz Samos sahilinden uzaklaşırken ben defterime bu düşüncemi not düşüyorum hem de yıldızlı olarak...

Hoşçakal Samos!...

Şimdilik... 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder