20 - 23 / Haziran / 2017
Çok uzun zamandır görmek istediğim, planlar yaptığım ama sonra nedense bir şekilde ertelediğim Salzburg ve yanı başındaki gizli cennet Hallstatt için en uygun zaman Haziran sonundaki Ramazan Bayramı gibi gözükmeye başlamıştı. Ancak uçak biletleri için geç kaldığımdan dolayı Salzburg biletleri normalin üzerine çıkmıştı bile. Fakat komşu şehir Münih'e çok uygun bilet yakalayınca neden olmasın deyip bu fırsatı değerlendirmeye karar verdik. Münih benim daha önce gittiğim bir şehirdi ancak eşim ve kızım görmemişlerdi. Bir çılgınlık daha yapıp bayram sonrasına da üç gün izin ekleyince dönüşü Berlin'den yapıp daha önce görmediğimiz ve benim çok merak ettiğim soğuk savaş yıllarının bu yorgun ama şimdinin modern Alman başkentini görme fırsatını da seyahatimize ekledik. Böylece seyahatimiz şekillendi, üç gece Münih, üç gece Salzburg, bir gece Hallstatt ve üç gece de Berlin...
* * *
10:30'da kalkacak olan Pegasus'un tarifeli Münih seferi için uçağımız motorlarına gaz verdiğinde saatim 10:45'i gösteriyordu. Son zamanlardaki Sabiha Gökçen havaalanı iniş ve kalkış performanslarını dikkate aldığımızda son derece başarılı diye düşündüm. Gazete, kitap, dergi kahve derken Münih için alçalmaya başladık. Sorunsuz bir şekilde pasaport kontrolünden geçip bavullarımızı aldık. Otelimizi Hauptbahnhof'a (Merkez Tren İstasyonu) çok uzak olmayacak şekilde ayarlamıştım. Havaalanından S1 ve S8 hatları ile çok rahat bir şekilde şehir merkezine ulaşabiliyorsunuz. S-Bahn istasyonuna çok kısa bir yürüyüş sonrasında biletimizi almak üzere otomatik bilet makinelerine doğru yöneliyoruz. Makinelerin en güzel özelliği Türkçe dil seçeneğinin de bulunması. Bilet seçeneklerinden uygun olanını seçip biletimizi alıyoruz. Üç duraklık şerit bilet, tek yönlük bilet, günlük sınırsız veya üç günlük sınırsız tek kişi veya grup bileti alabiliyorsunuz. Trenlerde çok fazla kontrol olmuyor ancak buna güvenip bilet almamazlık yapmayın çünkü kontrollerde 60 Euro cezası var ve hiç ben turistim, anlamadım, bilmiyordum diye kurtaracağınızı zannetmeyin çünkü gözünüzün yaşına bakmıyorlar. Tabi bu arada biletiniz günlük veya üç günlük değilse başka bir makinadan onaylatmanız ve başlangıç tarih ile saatini bastırmanız gerekiyor. Günlük ve üç günlük biletler için onaylatmanıza gerek yok çünkü alındığı saat itibariyle geçerlilik kazanıyor ve ertesi gün (ya da üç gün sonra) saat 06:00'da bitiyor.
Kısa bir metro yolculuğu ile otelimizin de çok yakınında yer aldığı Münih Hauptbahnhof'a ulaşıyoruz. Goethestrasse'de bulunan otelimize çok kısa bir yürüyüş sonrasında ulaşıyoruz. Resepsiyonda hemşehrimiz Derya hanım da çok kısa bir sürede giriş işlemlerimizi tamamlıyor ve bavullarımızı bırakmak üzere odamıza çıkıyoruz...
Odaya yerleşme ve kısa bir mola sonrası artık Münih sokaklarına atıyoruz kendimizi. Karnımız iyice acıkmış durumda ve çok fazla seçici olmadan soğuk birer bira eşliğinde birer pizza yemek üzere gözümüze L'Osteria (Meyhane) isimli İtalyan pizzacısı ilişiyor. Hava güzel dışarıdaki masaların zaten hemen hemen hepsi dolu. Kendimizi boş ve gölge masalardan birine atıyoruz. Eşim ben sizin pizzalardan birer dilim alırım bana yeter diyor. Kızımla ben birer pizza söylüyoruz, iki tane soğuk bira ve bir su.
İşte Almanya'da en keyif aldığım şeylerden biri...
Eşimin çok doğru bir karar verdiğini pizzalarımız gelince anlıyoruz. Çünkü pizzalarımız gerçekten çok büyük. Bu kadar büyüklükteki pizzalar ile Dubrovnik'te karşılaşmıştık. Orada da bir pizza neredeyse eşimle ikimize yetiyordu. Neyse ki burada üç kişi iki pizzayı bitirmek için fazla zorlanmıyoruz.
Eşimin doğru kararı, iki pizza üç kişiye yetiyor da artıyor bile...
Gerçekten çok büyük...
Evet biraz ıslandığımız doğrudur...
Karlstor (Karl kapısı) altından geçerek Neuhauser Strasse'de yürümeye başlıyoruz. Neuhauser str. trafiğe kapalı, sağlı sollu büyük mağazaların yer aldığı güzel bir alışveriş caddesi. Sonuna kadar keyifle yürüyoruz. Bu cadde sonunda Marienplatz meydanına açılıyor ve Münih'in muhteşem saat kulesi ve yeni belediye binası ile sizi karşı karşıya bırakıyor...
Karlstor kapısı...
Neuhauser Strasse...
Neuhauser Strasse...
Marienplatz meydanına gelince yeni Belediye Binası (Neues Rathaus) ve saat kulesi tüm ihtişamı ile sizi karşılıyor. Dört yıl önce Münih'e geldiğimde de beni oldukça etkilemişti bu bina. Hatta o zaman kış aylarıydı ve hava oldukça soğuk ve puslu olmasına rağmen epey bir vakit geçirmiştik bu binanın çevresinde. Şu anda da Marienplatz meydanı epeyce kalabalık.
Münih Saat Kulesi...
Yeni Belediye Binası (Neues Rathaus)...
Eski Belediye Binası (Altes Rathaus)...
Eski Belediye binasının sağından yolumuza devam ediyoruz. Burası bizi Viktualienmarkt meydanına doğru götürüyor. Viktualienmarkt meydanı benim Münih'te en çok sevdiğim yerlerden biri. Meydan irili ufaklı dükkanları ile tam bir açık hava pazarı. Şarküteri, et, peynir satan küçük dükkanlar, çiçek ve hediyelik eşya dükkanları, bir şeyler atıştırıp serin serin Bavyera biralarının tadına bakarken oturup dinlenebileceğiniz bira bahçeleri ile her zaman hareketli ve canlı... Dolayısıyla bu meydanda çok keyifli vakit geçirebilirsiniz.
Viktualienmarkt...
Yorgunluk sonrası hak edilen serinlik...
Çiçekler her zaman şehri güzelleştirir...
* * *
Sabah kahvaltısının ardından Englishen Garten'e (English Garden) gidiyoruz. Burası Münih şehri içerisinde yer alan doğallığı bozulmadan korunmuş bir orman ve Central Park'tan bir kaç kat büyük bir doğal park. Parkın tam ortasında bir Çin kulesi ve etrafında bira bahçeleri bulunmakta, ayrıca sıklıkla göreceğiniz bisiklete binen, jogging yapan insanların yanında sörf yapan gençlere de rastlayabilirsiniz. Evet sörf!... Parkın güney tarafındaki "Haus der Kunst" müzesine yakın olan girişinde Eisbach nehri üzerinde bulunan bir çıkıntı suyun debisini bir hayli arttırdığından bu bölge sörfçü gençler için gerçekten bulunmaz bir yer halini alıyor. Hem onlar hem de seyredenler için gerçekten güzel görüntüler ortaya çıkıyor.
Genç sörfçüler keyif içinde...
Burası gerçekten nefes alacağınız, stresinizi atacağınız, bol bol oksijen depolayıp, kendinizle baş başa kalabileceğiniz şehrin ortasında bir vaha. İnsanlar kendilerine sunulan bu muhteşem imkanın farkında, kimi bisiklete biniyor, kimi yürüyüş yapıyor, kimi güneşleniyor, kimi sörf yapıyor, kimi de bira bahçelerinde bir şeyler atıştırıp birasını yudumluyor.
Park planı...
Englishen Garten...
Bizde bu muhteşem parkın keyfini çıkara çıkara aşağı yukarı 1,5 km yürüyerek Çin kulesine ulaşıyoruz. Çin kulesi, etrafında bira bahçelerinin de bulunduğu görsel bir yapı. İçerisinde bulunan merdivenler ile isterseniz en üst katına kadar çıkabilirsiniz. Etrafındaki masalar biraz soluklanıp bir şeyler yiyip içen insanlarla dolu.
Çin Kulesi...
Bira bahçeleri...
Hans ile aramız iyi...
Biz de bira bahçelerinde dinlendikten sonra parkın içerisinde biraz daha dolaşıyoruz. Bu arada keyifle birasını içen yöresel kıyafetli bir Alman (adı Hans'mış...) illa kendi fotoğrafını da çekmemi istiyor anladığım kadarıyla. Ben de yanına gidip bu isteğini kırmıyorum ve birlikte bir fotoğraf çektiriyoruz. Sonra kızımın çok görmek istediği Japon çay evini buluyoruz ama ne yazık ki kapalı. Hevesimiz kursağımızda kalıyor.
Artık şehre dönmeye karar veriyoruz. Planımız önce "Deutsches Museum"u ziyaret etmek. Sonra akşam yemeği için daha önceden yer ayırttığımız Ratskeller'a gitmek.
Deutsches Museum, Alman sanayi devrimini anlatan gerçekten çok özel ve güzel bir müze. Yılda 1,5 milyon ziyaretçisi ile dünyanın en çok ziyaret edilen bilim ve teknoloji müzesi olma unvanını elinde bulunduruyor. Bilim ve teknolojinin 50 farklı dalına ait bölümler var. 1903 yılında kurulan bu müze yüz yılı aşkın bir süredir insanlığa hizmet ediyor. Giriş fiyatı yaklaşık 10 € idi. Öğrenciler indirimli. Kapıda giriş yapan okul kafilelerindeki bıcır bıcır Alman çocuklarını görünce Alman devletinin hem tarihe hem de eğitime verdiği önemi görebiliyorsunuz.
Müze girişi...
Ve çabaların sonucu...
Müzeden görüntüler...
Otele dönüp duşumuzu alıyor ve üzerimizi değiştiriyoruz. Akşam yemeği için gideceğimiz restoranın bulunduğu Marienplatz meydanı metro ile iki durak uzaklıkta, gündüz bu mesafeyi yürümüştük ama şimdi metro ile gitmeyi tercih ediyoruz. 19:30 gibi restorandayız. Henüz çoğu masa boş, ama 20:00 gibi yavaş yavaş dolmaya başlıyor, yarım saat sonra ise artık neredeyse hiç boş yer kalmıyor. Burası yerin altında, mahzen gibi bir alan ancak çok büyük bir yer. Geniş iki üç büyük salon bir birine açılan odalarla birleşiyor ve çok büyük bir alana dönüşüyor. Çok kaliteli ve aksamayan bir servisi var. Ve yemekler gerçekten çok lezzetli...
Keyifli yemeğimize bir şişe de kırmızı şarap eşlik ediyor elbette. Güzel bir sohbet eşliğinde zamanın nasıl geçtiğini anlamadan saat 22:00 oluyor. Tatlı ve kahve sonrası tekrar metro ile iki durak uzaklıktaki otelimize dönüyoruz.
Geniş salonlar bir saat içerisinde doldu...
İnsan boyunda fıçılar...
Ve bretzel ekmeğimiz...
* * *
Sabah kahvaltısının ardından kendimizi iyice dinlenmiş ve dinç hissediyoruz. Bugün planımız BMW Müzesini gezmek akşam üstü ise yine Münih sokaklarında biraz dolaşacağız sonra akşam yemeği için Özge ile buluşacağız.
Metro ile OlympiaPark' a gidiyoruz. Metro durağından yeryüzüne çıkınca zaten BMW'nin etkisini dört bir yanınızda hissediyorsunuz. BMW Welt ve BMW Museum devasa binaları ile buranın kralı benim der gibi duruyorlar adeta.
Müzenin içerisine girmek için biletlerimizi alıyoruz. Yanınızda bulunan çantanızı içeri sokamıyorsunuz. Bu yüzden çantanızı veya herhangi bir eşyanızı bırakmak için kilitli dolaplar var onları kullanabiliyorsunuz. Müze giriş ücreti 10 Euro, öğrenciler için 7 Euro alıyorlar. Aileler için daha uyguna bilet alabileceğiniz seçenekler de bulunmakta. Biletler 5 saat geçerli. İçeride dolaştıktan sonra yorgunluğunuzu atmak için oturup bir şeyler yiyip içebileceğiniz bir kafe de bulunuyor...
Müzede 1916 yılında kurulan BMW'nin üretmiş olduğu araçları çok güzel bir düzen içerisinde sergilemişler, kat kat ve odalar arası geçişlerle hiç sıkılmadan gezebileceğiniz ama gezerken de hiç bir modeli kaçırmayacağınız bir düzen mevcut.
Müzede 1916 yılında kurulan BMW'nin üretmiş olduğu araçları çok güzel bir düzen içerisinde sergilemişler, kat kat ve odalar arası geçişlerle hiç sıkılmadan gezebileceğiniz ama gezerken de hiç bir modeli kaçırmayacağınız bir düzen mevcut.
1920'lerden 1970'lere BMW'nin gelişimi...
Şimdiye kadar üretilmiş modeller...
Tasarım aşamasında kilden yapılmış model araç...
Bir zamanların WRC canavarlarındandı...
Her katında ayrı bir tarih ve emeğin yattığı bu muhteşem müzeyi biraz yorulsak da keyifle dolaşıyoruz. Müzede en çok sevdiğim model ise 1953 - 1962 yılları arasında üretilmiş olan bu ufak "Isetta" modeli oluyor. 250 ve 300 cc motor gücünde tek silindirli olarak üretilen bu model İtalyan tasarımını BMW kalitesiyle birleştirip üretildiği 9 yılda bütün dünyada 162.000 adet gibi bir satış rakamı yakalamış ve kullanıcıları tarafından çok sevilmiş.
BMW Isetta... (1953-1962)
ve Efsane Elvis' in BMW'si...
Muhtemelen aralarında bir çok vatandaşımızın da bulunduğu yılların BMW emekçileri...
Çok keyifli geçen müze gezimiz iki saati aşan bir zamanımızı alıyor. Yorgunluğumuzu müzenin kafeteryasında bir şeyler yiyip içerek atıyoruz. Sonra tekrar şehir merkezine dönüyoruz. Biraz dolaşıp sonra akşam yemeği için Özge ile buluşacağız. Dolaşırken ufak tefek hediyelik eşya alım işimizi de hallediyoruz. Münih'te hediyelik alınabilecek ne var derseniz Bavyera kıyafetleri ve muhteşem bira bardaklarını öneririm sizlere...
Yöresel Bavyera kıyafetleri...
Muhteşem bira kupaları...
Münih'te Özge ile akşam yemeği...
Şinitzelimiz...
* * *
Ertesi sabah önce otelimizden çıkışımızı yapıyoruz. Sonra daha önceden kiralamış olduğum arabayı teslim almak üzere çok yakınımızdaki Münih Hauptbahnhof'a gidip şirketi buluyoruz. İmza işlerini halledip hemen yakındaki otoparktan arabamızı alıp, Salzburg'a doğru yola çıkıyoruz. Yolda mutlaka uğramamız gereken bir cafe - tatlı evinden bahsetmişti dün akşam Özge, adını navigasyona yazıyorum. Münih - Salzburg otoyolunda 45 dakika gittikten sonra navigasyon bizi sağa yönlendiriyor ve yemyeşil doğa içerisinden giden çok keyifli bir köy yolunu takip ederek 15 dakika içerisinde hedefimize ulaştırıyor;
"Cafe Winklstüberl"
Cafe Winklstüberl...
Dışarıdan görünüşü harika... İçeri girince de tam bir tatlı canavarı olan eşim sanki buğday ambarına düşmüş aç tavuk gibi oluyor... Camekanlar çeşit çeşit ve dev boyutlarda iştah açıcı tatlılar, pastalar ile dolu. Üçümüz farklı tatlılar seçerek birer kahve eşliğinde siparişlerimizi veriyoruz. Genelde herkes dışarıda oturuyor, biz de öyle yapıyoruz ama bir süre sonra (-ki eğer buraya giderseniz tavsiye ederim mutlaka) binanın içini ve özellikle üst katını dolaşınca her katın ayrı ayrı muhteşem bir şekilde dekore edildiğini görüyoruz. Çok keyifli bir yer.
Tatlılar muhteşem...
Her oda ayrı bir güzellikte dekore edilmiş...
Kahvelerimiz eşliğinde muhteşem tatlılarımızın midemizle buluşması çok uzun sürmüyor elbette... Bu tatlı molada biraz soluklandıktan sonra Salzburg'a doğru yola çıkıyoruz artık...
İstikamet Salzburg...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder